Kadınlığın tehlikeli halleri!
- Siyabend
- Belawela Muhtarı

- Mesajlar:19658
- Kayıt:15 Eki 2006 12:05
- Ruh Hali:Mutlu
- Cinsiyet:Erkek
- Burç:Kova
- Takım:Galatasaray
Kadınlık durumunun üç tehlikesi var: Mitik, mistik ve estetik olma hali. 'Kadınlık', mitleştirilip estetizasyona tabi tutuluyorsa gerçeğinden kopuyor demektir
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 8 Mart' ta Dünya Kadınlar Günü kutlandı. Ben, iki temel çalışma alanım içinde, kadın konusuyla başından beri ilgilenirim. Bunlar toplumsal kuram ile görsel kuramdır. Bu iki alanın her birisinin ayrı ayrı feminist bilincin getirdiği katkıdan çok önemli ölçüde yararlandığı bir gerçek. Feminist perspektif ve onun alt katmanlara, daha derinliklere nüfuz eden gücü olmasaydı bugün demokrasi kuramının, örneğin, birçok boyutu eksik kalacaktı. Şimdi çok konuştuğumuz 'öteki' kavramını yeterince temellendirme olanağını bulamayacaktık. Psikanalizin ki, bir zihinsel sistematik ve onun kuruluş sorunsalıdır, önermeleri yerli yerine oturmayacak, tam tersine erkek egemen bir bakış açısı olarak egemenliğini sürdürecekti.
İhmal etmeye gelmez
Öte yanda, yani görsel kuramda feminist yaklaşımlar sadece kuramsal düzeyde değil, belli pratiklerin oluşumunda da hayati öneme sahiptir. Haydi, bir an için, Batı metafiziğinin bilinçaltı olan antik Yunan'da kadınların birer edim ve birer imge olarak, ama belki biraz fazlaca örtük biçimde, neleri belirlediklerini bir yana bırakalım (Ama, son dönem feminist çalışmaların tamamının o birikimi yeniden okumak ve yorumlamak üstüne kurulduğunu asla unutmayalım). Ama 1960 sonrasında görsel dünyada ve görüntü dünyasında ortaya çıkan yeniliklerin önemli paydasının bu kesimden kaynaklandığı öyle görmezden gelinecek ya da ihmal edilecek bir şey değil.
Nasıl olabilir? 1960'lardan sonra ve 1970'lerde Yoko Ono, Caroline Schneeman, Annie Sprinkler, beden konusunun neredeyse en aykırı ve uç noktalarda yeniden tanımlanmasını sağladılar. Bu ikili bir çıkıştı. Bir yandan kadın kimliğinin ve bedeninin o güne dek erkek eli ve aracılığıyla oluşturulmasına karşı çıkarak onu yıkıyor ve kendilerine ait bir olguyu bizzat kendileri tanımlıyordu. Öte yandan da bu çıkış, sadece kadınlara ait bir gerçeklik olmaktan uzaklaşıp, gerek erkek beden ve kimliğini, daha da önemlisi bilincini yeniden kurguluyor, gerekse gey-lezbiyen çalışmalarına, cinsiyet araştırmalarına, erillik incelemelerine, psikanalize ön açıyor, yepyeni olanaklar sunuyordu. Bu süreç her on yılda yeni halkalarla gelişti.
1980'lerde, kadın olgusunun görüntü düzeyindeki yeni okumaları bu defa Cindy Sherman'ın filmlerdeki tanınmış kareleri kendisini o role büründürerek yeniden görüntülemesiyle, Sherry Levine'in 'sahiplenme sanatı'na getirdiği yeni boyutlarla, Barbara Kruger'in görsellik ve sözellik olgularını üst üste çakıştırarak iktidar olgusunu şiddetle eleştirmesi ve egemen kurgulamaları göz önüne getirmesiyle, Judy Chicago'nun çıkışıyla gelişti. 1990'larda ise performans, yerleştirme gibi daha eylemsel alanlara yönelen sanatçılar Vanessa Beecroft'la, Tracey Emin'le, resimsel söylemde kalmayı isteyenler Paula Rego'yla çok özgül süreçler doğurdu. Bunun da ötesinde Mona Hatoum, Shirin Neshat gibi Batı dışı kültürel kökenlerden gelmiş olan sanatçılar bellek, kimlik, aidiyet gibi konularda yepyeni ufuklar açtı, çok güçlü tartışmalar başlattı.
Tekrar edeyim, bu çalışmaların bütünü, salt görsellik olmanın çok ötesindeydi. Çünkü, herkesten önce feministler, görüntünün bir 'iktidar' sorunun olduğunu fark etmişlerdi. O nedenle attıkları her adımda yarattıkları her yeni işle egemen iktidar modellerini başka hiçbir alanda görülmemiş bir radikalizmle sarsıp, yenilediler. O bağlamda, meseleyi daha da derinleştirmeleri kaçınılmazdı. Gerilla Kızlar'ın sanat tarihinin bir 'erkektarih (history)' olduğu iddiasıyla başlattıkları hamle o alanın ve eleştiri kuramının yeniden yazılmasına ve mikro kavramlar etrafında yeniden biçimlendirilmesine öncülük etti. Benzer şekilde 'görsellik siyaseti' dediğimiz alan ve onun ayrılmaz parçası olan 'temsil siyasetleri', özellikle 'müze' kavramı etrafında başlı başına bir yeni dünya oluşturdu. Bunu arkeolojiye kadar uzatmak, açmak, genişletmek mümkün. Kısacası, iktidar olgusu bütün soyut ve somut boyutlarıyla bu süreçte feminist yaklaşımla hallaç pamuğu gibi atıldı. Bu da ister istemez toplumsal kuramın diğer düzeylerini derinden etkiledi. Bunu görüntüler kadar özellikle onlar üstüne yoğunlaşan feminist (eleştirel) kuram başardı.
Bu 'üçlü'ye dikkat!
Türkiye'de süreç ne ölçüde yaşandı sorusu önemli. Benim saptayabildiğim kadarıyla (ki, bu konuda bir de sergi hazırlığı içindeyim) Türkiye'de 'standart' bir görüntü üretiminin ve görsellik kaygısının kırılması öncelikle kadın sanatçılar ve onların kavramsal sanat bağlamına oturtulabilecek yapıtlarıyla başladı. Bu, yeterince üstünde durulmamış (işte, bir başka egemenlik ve iktidar örneği), atlanmış ama irdelenmesiyle bize hayati derecede önemli ipuçları sağlayacak bir çıkıştı. Yakın dönemde ise kadın sanatçıların yapıtları yukarıda saydığım farklı düzeyleri kuşatacak çok önemli bir zenginlik sergiliyor.
Bu işin bir önemi de şurada: kadınlık durumunun üç büyük tehlikesi var: mitik, mistik ve estetik olma hali. Tersinden söyleyeyim, kadınlık kavramı mitleştiriliyor, mistifiye ediliyor ve estetizasyona tabi tutuluyorsa gerçeğinden kopuyor demektir. Yukarıda andığım tarih bu üçlüye direnmenin tarihidir. Çünkü yanlış tarihleri bu üç kavram yazmıştır ve bugün eğer Türkiye'de toplumsal hayatın kısıtlamalarından söz ediyorsak kaçınılmaz olarak bunun nedeni, kadının bu üç kavramla kuşatılmasındandır. Türk sinemasına bakmak ne demek istediğimi anlamaya yeter!
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 8 Mart' ta Dünya Kadınlar Günü kutlandı. Ben, iki temel çalışma alanım içinde, kadın konusuyla başından beri ilgilenirim. Bunlar toplumsal kuram ile görsel kuramdır. Bu iki alanın her birisinin ayrı ayrı feminist bilincin getirdiği katkıdan çok önemli ölçüde yararlandığı bir gerçek. Feminist perspektif ve onun alt katmanlara, daha derinliklere nüfuz eden gücü olmasaydı bugün demokrasi kuramının, örneğin, birçok boyutu eksik kalacaktı. Şimdi çok konuştuğumuz 'öteki' kavramını yeterince temellendirme olanağını bulamayacaktık. Psikanalizin ki, bir zihinsel sistematik ve onun kuruluş sorunsalıdır, önermeleri yerli yerine oturmayacak, tam tersine erkek egemen bir bakış açısı olarak egemenliğini sürdürecekti.
İhmal etmeye gelmez
Öte yanda, yani görsel kuramda feminist yaklaşımlar sadece kuramsal düzeyde değil, belli pratiklerin oluşumunda da hayati öneme sahiptir. Haydi, bir an için, Batı metafiziğinin bilinçaltı olan antik Yunan'da kadınların birer edim ve birer imge olarak, ama belki biraz fazlaca örtük biçimde, neleri belirlediklerini bir yana bırakalım (Ama, son dönem feminist çalışmaların tamamının o birikimi yeniden okumak ve yorumlamak üstüne kurulduğunu asla unutmayalım). Ama 1960 sonrasında görsel dünyada ve görüntü dünyasında ortaya çıkan yeniliklerin önemli paydasının bu kesimden kaynaklandığı öyle görmezden gelinecek ya da ihmal edilecek bir şey değil.
Nasıl olabilir? 1960'lardan sonra ve 1970'lerde Yoko Ono, Caroline Schneeman, Annie Sprinkler, beden konusunun neredeyse en aykırı ve uç noktalarda yeniden tanımlanmasını sağladılar. Bu ikili bir çıkıştı. Bir yandan kadın kimliğinin ve bedeninin o güne dek erkek eli ve aracılığıyla oluşturulmasına karşı çıkarak onu yıkıyor ve kendilerine ait bir olguyu bizzat kendileri tanımlıyordu. Öte yandan da bu çıkış, sadece kadınlara ait bir gerçeklik olmaktan uzaklaşıp, gerek erkek beden ve kimliğini, daha da önemlisi bilincini yeniden kurguluyor, gerekse gey-lezbiyen çalışmalarına, cinsiyet araştırmalarına, erillik incelemelerine, psikanalize ön açıyor, yepyeni olanaklar sunuyordu. Bu süreç her on yılda yeni halkalarla gelişti.
1980'lerde, kadın olgusunun görüntü düzeyindeki yeni okumaları bu defa Cindy Sherman'ın filmlerdeki tanınmış kareleri kendisini o role büründürerek yeniden görüntülemesiyle, Sherry Levine'in 'sahiplenme sanatı'na getirdiği yeni boyutlarla, Barbara Kruger'in görsellik ve sözellik olgularını üst üste çakıştırarak iktidar olgusunu şiddetle eleştirmesi ve egemen kurgulamaları göz önüne getirmesiyle, Judy Chicago'nun çıkışıyla gelişti. 1990'larda ise performans, yerleştirme gibi daha eylemsel alanlara yönelen sanatçılar Vanessa Beecroft'la, Tracey Emin'le, resimsel söylemde kalmayı isteyenler Paula Rego'yla çok özgül süreçler doğurdu. Bunun da ötesinde Mona Hatoum, Shirin Neshat gibi Batı dışı kültürel kökenlerden gelmiş olan sanatçılar bellek, kimlik, aidiyet gibi konularda yepyeni ufuklar açtı, çok güçlü tartışmalar başlattı.
Tekrar edeyim, bu çalışmaların bütünü, salt görsellik olmanın çok ötesindeydi. Çünkü, herkesten önce feministler, görüntünün bir 'iktidar' sorunun olduğunu fark etmişlerdi. O nedenle attıkları her adımda yarattıkları her yeni işle egemen iktidar modellerini başka hiçbir alanda görülmemiş bir radikalizmle sarsıp, yenilediler. O bağlamda, meseleyi daha da derinleştirmeleri kaçınılmazdı. Gerilla Kızlar'ın sanat tarihinin bir 'erkektarih (history)' olduğu iddiasıyla başlattıkları hamle o alanın ve eleştiri kuramının yeniden yazılmasına ve mikro kavramlar etrafında yeniden biçimlendirilmesine öncülük etti. Benzer şekilde 'görsellik siyaseti' dediğimiz alan ve onun ayrılmaz parçası olan 'temsil siyasetleri', özellikle 'müze' kavramı etrafında başlı başına bir yeni dünya oluşturdu. Bunu arkeolojiye kadar uzatmak, açmak, genişletmek mümkün. Kısacası, iktidar olgusu bütün soyut ve somut boyutlarıyla bu süreçte feminist yaklaşımla hallaç pamuğu gibi atıldı. Bu da ister istemez toplumsal kuramın diğer düzeylerini derinden etkiledi. Bunu görüntüler kadar özellikle onlar üstüne yoğunlaşan feminist (eleştirel) kuram başardı.
Bu 'üçlü'ye dikkat!
Türkiye'de süreç ne ölçüde yaşandı sorusu önemli. Benim saptayabildiğim kadarıyla (ki, bu konuda bir de sergi hazırlığı içindeyim) Türkiye'de 'standart' bir görüntü üretiminin ve görsellik kaygısının kırılması öncelikle kadın sanatçılar ve onların kavramsal sanat bağlamına oturtulabilecek yapıtlarıyla başladı. Bu, yeterince üstünde durulmamış (işte, bir başka egemenlik ve iktidar örneği), atlanmış ama irdelenmesiyle bize hayati derecede önemli ipuçları sağlayacak bir çıkıştı. Yakın dönemde ise kadın sanatçıların yapıtları yukarıda saydığım farklı düzeyleri kuşatacak çok önemli bir zenginlik sergiliyor.
Bu işin bir önemi de şurada: kadınlık durumunun üç büyük tehlikesi var: mitik, mistik ve estetik olma hali. Tersinden söyleyeyim, kadınlık kavramı mitleştiriliyor, mistifiye ediliyor ve estetizasyona tabi tutuluyorsa gerçeğinden kopuyor demektir. Yukarıda andığım tarih bu üçlüye direnmenin tarihidir. Çünkü yanlış tarihleri bu üç kavram yazmıştır ve bugün eğer Türkiye'de toplumsal hayatın kısıtlamalarından söz ediyorsak kaçınılmaz olarak bunun nedeni, kadının bu üç kavramla kuşatılmasındandır. Türk sinemasına bakmak ne demek istediğimi anlamaya yeter!
Re: Kadınlığın tehlikeli halleri!
çok sıkıcı bi yazı yaa okumuyom iştee
Re: Kadınlığın tehlikeli halleri!
JİLAN yazdı:çok sıkıcı bi yazı yaa okumuyom iştee
:komik10 kadınlar hakkında yazılan yazılar sıkıcı değillldirrr :komik9
Re: Kadınlığın tehlikeli halleri!
Kadınları övüyormuki ben bi bayan olarak kendimi tanımıyorsam başkası anlatarak ne kadar anlayabilirimki
-
reis
- Albay

- Mesajlar:7106
- Kayıt:16 Eki 2006 11:37
- Ruh Hali:Yorgun
- Cinsiyet:Erkek
- Burç:Balık
- Takım:Fenerbahçe
Re: Kadınlığın tehlikeli halleri!
valla haklısın
Re: Kadınlığın tehlikeli halleri!
ya gerçekten sıkıcı :cons bu yazı off
-
Ko1eR4
- Yüzbaşı

- Mesajlar:656
- Kayıt:03 Eyl 2007 12:05
- Ruh Hali:Mutlu
- Cinsiyet:Erkek
- Burç:Boğa
- Takım:Fenerbahçe
Re: Kadınlığın tehlikeli halleri!
katılılıyom bunu bi öneri gibi görürseniz sevinirim yazılara renk katmanız çok iyi olur
biraz resimlerndirin
biraz resimlerndirin
- Siyabend
- Belawela Muhtarı

- Mesajlar:19658
- Kayıt:15 Eki 2006 12:05
- Ruh Hali:Mutlu
- Cinsiyet:Erkek
- Burç:Kova
- Takım:Galatasaray
Re: Kadınlığın tehlikeli halleri!
Öneriniz dikkate alınmıştır..
-
Ko1eR4
- Yüzbaşı

- Mesajlar:656
- Kayıt:03 Eyl 2007 12:05
- Ruh Hali:Mutlu
- Cinsiyet:Erkek
- Burç:Boğa
- Takım:Fenerbahçe
Re: Kadınlığın tehlikeli halleri!
teşekkürler :happyy
Re: Kadınlığın tehlikeli halleri!
:komik10 :komik10 :komik10

