Atatürk'ün Kürtlere özerklik vaadi!

Düşüncelerinizi Özgür Bırakın
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
Atatürk'ün Kürtlere özerklik vaadi!

Mesaj gönderen Siyabend » 13 Kas 2006 22:56

Radikal gazetesinden Neşe Düzel ile bir röportaj yapan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doçent Cemil Koçak, Atatürk ve Kürtler ile ilgili çok çarpıcı bir iddia ortaya attı. Uzunca bir süre tartışılacağa benzeyen röportaj şöyle...

Geçenlerde, Taner Akçam'ın Ermeni sorunuyla ilgili yazdığı son kitabında yer alan Atatürk'ün bir sözü çok tartışıldı. Atatürk'e ait bu sözlerin Meclis kayıtlarında bulunamadığı ileri sürüldü. Aynı günlerde Türk Tarih Kurumu'nun Atatürk'ün dinle ilgili bazı sözlerini sansür ettiği basına yansıdı. Bu, anlaşılması çok zor bir çelişkiydi. Cumhuriyetimizin kurucusu olan ve devletin bütün kurumlarıyla 'ilkelerine' bağlı olduğu Ulu Önder'in sözleri yine devlet tarafından sansür ediliyordu. Devletin bazı kurumları niye Atatürk'ün bazı sözlerini sansür ediyordu? Saklanmaya çalışılan neydi? Niye yakın tarihimiz hep böyle sırlarla doluydu? Yakın dönem siyasi tarih üzerine çalışan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Cemil Koçak'la Cumhuriyet dönemini, bu dönemin sırlarını, Atatürk'ün kişiliğini, devletle Atatürk'ün ilişkilerini ve bugünkü durumu konuştuk.

Geçen gün tuhaf bir gerçek ortaya çıktı. Taner Akçam, Ermeni sorunuyla ilgili yazdığı kitaba, Atatürk'ün 'Utanç verici olay' diye bir sözünü başlık almıştı. Atatürk'ün bu konuşmayı Meclis'in gizli oturumunda yaptığı da söylendi... Bu konuşmanın Meclis zabıtlarında sansürlendiği de söylendi... Hangi görüş doğru?

Atatürk, 24 Nisan'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı nedeniyle yaptığı ilk Meclis konuşmasında bu sözü söyledi. Atatürk, bu sözün geçtiği bölümde, 'Karşıtlarımız (İtilaf devletleri) bize tehditte bulunuyorlar. Memleket dahilinde katliam yapılmamasını istiyorlar. Bu iddia geçersizdir. Memleketimizin hangi kıtasında Ermenilere karşı katliam yapılmıştır veya yapılmaktadır' diyor. Ve hemen sonra da, ekliyor. 'Harbi Umumiye'nin (Birinci Dünya Savaşı'nın) başlangıç safhalarından bahsetmek istemem. Zaten İtilaf devletlerinin bahsettikleri de bittabi maziye ait fazahat' diyor.

'Fazahat' ın anlamı nedir?

Kaynak Yayınları'na göre 'fazahat'ın Türkçesi, 'utanç verici işler, alçaklık' tır. Dolayısıyla Atatürk, Ermeni olaylarıyla ilgili olarak 'utanç verici işler' diyor. 'Bugün böyle bir olay yok ama, dün vardı. 1915'te utanç verici bir şey olmuştur ve İtilaf devletleri de zaten bugünden değil; geçmişe ait utanç verici, alçakça işlerden bahsediyor' diyor.

Peki Atatürk'ün bazı sözleri toplumdan bilinçli bir şekilde saklanmış olabilir mi?

Şu olabilir. Atatürk'ün bazı sözleri, konjonktüre uygun düşmeyebilir. Biz, Atatürk'ü 'büyük devlet adamı, büyük kumandan, ulu önder' sıfıtlarıyla anıyoruz. Oysa en önemli özelliği olan siyasetçi tarafını unutuyoruz.. İsmet Paşa, 'Atatürk'ün siyasetçiliği kumandanlığından üstündür' diyor. Gerçekten Atatürk öngörüsü yüksek olan çok iyi bir siyasetçi. Ve bir siyasetçi, yerine ve zamanına göre aynı konuda farklı şeyler söyleyebilir, kurduğu ittifakları değiştirebilir. Bu, siyasetin doğasında var. Atatürk'ün de farklı zamanlarda aynı konuda farklı görüşleri var.

Hangi konular bunlar?

Mesela Atatürk'e Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşı'na girmesi hakkında ne düşünüyorsunuz diye soruyorlar. 1919'da sorduklarında 'Savaşa girilmemesi diye bir ihtimal yoktu' diyor. Çünkü Atatürk o zaman İttihatçı'larla birlikte davranmak zorundaydı ve onları koruyor. Zaman geçiyor, Cumhuriyet kuruluyor. Aynı soru yine soruluyor. İttihatçılar için,'Bunlar cahildir. Birinci Dünya Savaşı'na girip memleketin altını üstüne getirdiler' diyor. Atatürk'ün Sovyetler Birliği'yle ilişkisini ve sözlerini alın, emperyalizme ve kapitalizme karşı çıkan çok Bolşevik Che Guevera tarzı bir Atatürk kurabilirsiniz kafanızda. Ama aynı Atatürk camiden çıkıp Meclis'i açıyor. Hocalarla birlikte dua ederek kurbanlarla, besmelelerle Meclis'i açıyor. Meclis Osmanlı'da böyle hiç açılmadı.

Atatürk bugün Meclis'i böyle açabilir miydi? Açsaydı ne olurdu?

İrtica denirdi buna. Atatürk siyasetçi olarak böyle yapmak zorunda olduğunu düşündü. Çünkü o dönemde İslami bir dayanışmaya ihtiyacı vardı.

Atatürk'ün dinle ilgili sözlerinin de Türk Tarih Kurumu tarafından sansür edildiğini okudum gazetelerde. Bu mümkün mü?

Mümkün. Atatürk'ün meşhur Medeni Bilgiler kitabındaki dinle ilgili bazı sözleri sansürlenmiş. Atatürk bu kitabında, 'İslam Arapların dinidir... Biz ise Türküz... İslam bizi geriletti... Bizden uzak dursun' havasında bir söz ediyor. 1930'larda söylenmiş bir söz bu. Bizim için hangi Atatürk geçerli, bunu söyleyen Atatürk mü, Meclis'i duayla açan Atatürk mü? Atatürk gidip camide halka hutbe de okuyor. Balıkesir'de bir camide konuşuyor. Yapacaklarını, İslam da bunları emrediyor diye anlatıyor. Atatürk ondan sonra hiç camiye gitmiş mi? Gitmemiş.

Bir yandan devlet bütün kurumlarıyla Atatürkçü, bir yandan devletin kurumları Atatürk'ün sözlerini sansürleyip saklıyor. Bu çelişki nereden kaynaklanıyor?

Çünkü farklı konjontürlerde farklı Atatürkçülük versiyonları var. Herkesin kendine göre içini doldurabileceği boş bir kutudan bahsediyoruz. Atatürk'ün aynı konuda farklı yaklaşımları var. Eğer Atatürk'ün siyasetçi olarak söylediği bir söz, o günkü konjonktüre uymuyorsa sansür ediliyor.

Atatürkçülük, Atatürk'ün ölümünden sonra mı ortaya çıktı?

Aslında Atatürkçülük diye bir şey yok. Atatürk var. Atatürkçülük diye bir ideoloji hiçbir zaman olmadı. Atatürk'ün aklından bir ideolojik paket hazırlamak hiç geçmedi. Atatürk'ün siyaseti, duruma göre hareket etmek oldu. Mesela iktisat siyasetinde, özel sektör de devletçilik de arka arkaya denendi. Atatürkçülük bir pragmatizmdir. Dolayısıyla biz bunu söyledik, angaje olduk, bu programın dışına çıkamayız gibi teorik bir platformdan tamamen uzak bir sistemdir. Kazanmak için gereken neyse o yapılır. Gerekirse ittifaklar kurulur ve bozulur. Mesela Türk Tarih Kurumu, Atatürk'le ilgili başka şeyler de sansür etti.

TTK başka neyi sansürledi?

Atatürk'ün 1923'te İzmit'te basın mensuplarıyla yaptığı çok uzun bir görüşme var. Atatürk orada Kürt meselesine değiniyor. 1960'larda Atatürk'ün söylev ve demeçleri toplanırken, o tarihte gazetelerde yayımlanmış olan konuşmasının bu bölümü çıkarılıyor. O konuşmasında Atatürk, Milli Mücadele'nin başında da, Teşkilat-ı Esasiye'de de olduğu gibi 'Kürtlere yerel özerklik, otonomi ya da ona benzer bir şey verilecek' diyor. Zaten 'Türk milleti' ve 'Bu memlekette Türkler yaşar' tanımlaması da 1925'teki Şeyh Sait isyanından sonra ortaya çıkıyor.

Niye?

Şeyh Sait isyanı dönüm noktasıdır. Bu isyanın ikili bir yüzü var. Kürtler hem Cumhuriyet'in reformlarına karşı ayaklanıyorlar, hem de bir Kürt milliyetçiliği ayaklanmasını gerçekleştiriyorlar. 1925'e dek Atatürk Meclis'teki konuşmalarında, 'Türk, Kürt, Çerkez hepimiz İslam'ın unsurlarını oluşturuyoruz' diyor. 1925'ten sonra ise 'Türkiye'de yaşayan herkes Türk milletidir, herkes Türktür. Cumhuriyet'i Türkler kurdu' deniyor. Yani, 'Herkes kendine Türk diyecek ve Türkçe konuşacak' deniyor. Oysa Atatürk'ün 1925'e kadar bir Türk tanımı yoktu. Kanunlarda da Türk tanımı yoktu, çoğu zaman 'Türkiye halkı' diye geçiyordu ve Atatürk de çok defa böyle diyordu.

Atatürk Kürtlerle yapmış olduğu ittifakı bozdu mu?

Şeyh Sait ayaklanmasının temel nedeni, bu ittifakın bozulmasıdır zaten. Bu ittifakın bozulmasına tepkidir ayaklanma. Kürtleri yanına alarak verdiği Milli Mücadele'yi başarıyla sonuçlandırdıktan sonra Atatürk, bir siyasetçi olarak Kürtlerin desteğine ihtiyacı kalmadığını düşündü. Bu ittifakı, ileride yapmak istediklerine engel olarak görmeye başladı ve muhtemelen de kafasında nihai hedef olarak Kürtlere özerklik vermek gibi bir şey yoktu. Onun nihai hedefi bizim bugün anladığımız üniter devletti. Aslında Atatürk'ün Kürt sorununa bakışı, bugünkü resmi politikadan farklı değildi.

Eğer her dönem konjonktüre uygun farklı bir Atatürkçülük varsa, bugünkü Atatürkçülük nedir?

Bugün Atatürkçülerin dile getirdiği bir 'cumhuriyet ilkesi' var. Oysa cumhuriyetçilik, devlet başkanının hanedan üyesi olmayıp, bir şekilde seçimle gelmiş olmasından ibaret bir yönetim şeklidir. Yani saltanata son vermektir. Cumhuriyeti bu şekilde tanımlarsanız, 'cumhuriyetçi' olmanın manası pek yok. Ama bizde bir de 'cumhuriyetin temel ilkeleri, değerleri' diye bir lakırdı var. Cumhuriyetin içi, kendisiyle ilgili olmayan laiklik meselesiyle doldurulmaya çalışılıyor. Aslında Atatürkçülük, laiklik meselesidir. Bugün Atatürkçülük'ten geriye ne kaldı derseniz, laiklik meselesi kaldı. Atatürkçülüğün içinde demokratik bir mesele hiç yok.

Atatürkçülük'te niye demokrasi yok peki?

Aslında demokrasi ve laiklik ayrılamaz. Laiklik demokrasi için ne kadar gerekliyse, demokrasi de laiklik için o kadar gereklidir. Atatürk hayatı boyunca aslında özgür aklı vurguluyor. İslam'ın getirdiği zihniyet dünyasını, dinin sosyal baskısını yıkmadan, insanların özgür bir akla sahip olmasının mümkün olamayacağını ve din hâkimiyetini yok etmeden demokra-tik bir düzenin kurulamayacağını düşünüyor. Dinin insanlar üzerindeki baskısının ancak otoriter bir düzende ortadan kaldırabileceğine inanıyor. Atatürkçülük esas itibarıyla budur ve tipik bir aydınlanma felsefesidir. Atatürkçülük siyasi felsefe olarak otoriterliğin dışında asla tanımlanamaz.

Atatürkçülük çağdaş demokrasiye izin verir mi?

Korkarım vermez.

Bugünkü Atatürkçülük'le, Atatürk'ün gerçek kimliği ve sözleri ne kadar örtüşüyor?

Atatürkçülük, Atatürk'e çok haksızlık ediyor. Atatürk böyle ayet düzeyinde birtakım sözlerden ibaret bir insan değil. Onun Birinci Meclis'te milli mücadeleye yön verebilmek ve insanları ikna edebilmek için yaptığı konuşmalar çok önemli. Çok akıllı, öngörü sahibi, kararlı iyi bir siyasetçi Atatürk. Eğilip bükülmüyor mu? Evet eğilip bükülüyor. İnanılmaz bir eğilip bükülmesi var, esnekliği çok yüksek Atatürk'ün. Atatürk iyi bir siyasetçi. Ama biz Atatürk'ü bizim yaptıklarımızı yapmayan insan üstü bir varlık, bir süpermen olarak düşünüyoruz.

Atatürk'ün pek çok sözü niye topluma yansıtılmıyor?

'Nutuk' dahil, Atatürk'ün yaptığı konuşmaların geniş kesimlerce okunduğunu söyleyemeyiz. Biz, Atatürk'ün söylediklerini, 'İstikbal göklerdedir. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' gibi, 'ayetler' tarzında biliyoruz. Mesela 'Nutuk', yıllardır en çok basılan kitaptır. Bir üniversite mezununun önüne koysanız, ne anlattığını anlatamaz. Çünkü 'Nutuk'u tam anlayamaz.

Niye? 'Nutuk' o kadar anlaşılmaz mı? Biz yakın tarihimizi 'Nutuk'tan öğrenemez miyiz?

Öğrenemeyiz. 'Nutuk' sekiz yıllık bir otobiyografidir. Atatürk 'Nutuk'ta, 1919'da Samsun'dan başlayarak 1927'ye kadar geçen sekiz yıllık hadiseleri, sadece kendi açısından anlatıyor. 'Nutuk', sadece telgrafnamelerden kurulu bir metindir. 'Nutuk'u profesyonel tarihçinin dışında kimsenin anlaması mümkün değlidir. Ortalama bir vatandaş 'Nutuk'tan bir sonuç çıkaramaz. Bu yüzden biz 'Nutuk'un 'Ey Türk Gençliği' diye başlayan sadece son satırlarını biliyoruz ve onu da 'ayet' gibi asıyoruz.

Tarihçiler geçmişte ne olduğunu araştırmakta zorlanıyorlar mı?

Arşivlerin hepsini kilitli bir dolaba koysanız da, yakın tarihle ilgili yeterince malzeme var. Yazılmış kitapları, o gün basılmış gazeteleri profesyonel bir gözle okursanız, yakın tarihte ne olduğu anlaşılıyor. Mesela Milli Mücadele yıllarının gazetelerine bakıyorsunuz, İstanbul'da işgal altında çıkan gazeteler Mustafa Kemal'i alkışlıyor, Anadolu hareketini destekliyor. Yayımladıkları karikatürlerde Yunan subaylarıyla, diğer yabancı askerlerle dalga geçiliyor. Normal koşullarda işgal altında bunlar mümkün değildir.

Peki nasıl olabiliyor bu?

Demek ki o kadar da bir işgal yok. Eğer hakiki bir işgal olsa, insana nefes aldırmazlar. Anadolu çok büyük bir işgal yaşamadı. İşgal asıl Güneydoğu'da Fransızlar tarafından Gaziantep, Kahramanmaraş ve Urfa'da yaşandı. Batı Anadolu'da da Yunan işgaline karşı savaşıldı. İtalyanlar ve İngilizler geldi ama hiç savaşmadık. Birinci Dünya Savaşı'nın galipleri İstanbul'a yüz bin kişilik orduyla geldiler ama, İstanbul'da Kartal'dan öteye geçmediler. Kaltal'dan sonrası Kuvayi Milliye'den soruluyordu. Çünkü onların Osmanlı devletini tamamen ortadan kaldırma niyetleri yoktu. Zaten İngilizler Musul ve Kerkük'ü almıştı. Anadolu'yla ilgilenecek durumda değillerdi. Çünkü kuzeyde Rusya'da Bolşevikler bambaşka bir sistem kuruyordu. Asıl hedefleri Rusya'ydı. Rusya daha büyük tehditti ve oraya asker göndermek istiyorlardı.

Biz Kurtuluş Savaşı'nı kime karşı yaptık?

Mücadelenin ana hattı, batıda Yunanistan'ın ittirilmesi, doğuda da Ermenistan'ın ittirilmesidir. Kazım Karakarabekir'in ordusu doğuda Ermenilerle savaştı. Osmanlı Ermenileri değil bunlar. Rusya'da Bolşeviklerle de savaşan Beyaz ordu taraftarı Menşevik Ermeniler bunlar. Doğu Anadolu'yu istiyorlardı. Türk ordusu Güneyde Fransızlarla, batıda da yüz binin üzerindeki Yunan askeriyle savaştı. İngilizlerin Musul ve Kerkük'ü alması üzerine Fransızlar da hiç olmazsa güneydoğuda bir yer edinmeye çalışıyordu. Kurtuluş Savaşı üç yıl sürdü ve şehit-yaralı toplam 30 bin kişilik zaiyatımız oldu. Kurtuluş Savaşı'nın pırıltılı hale getirilmesinin nedeni, Cumhuriyet'e ve Cumhuriyet'le birlikte yapılanlara bir meşruiyet kazandırmak içindir.

Toplum yakın geçmişin gerçeklerini öğrenirse çok mu şaşırır?

Şaşırır fakat çok rahatlar. Bu toplum rahatlamaya ihtiyacı olan bir toplum.

Toplumdan saklanan sırların kaynağında İttihatçılar mı var? Onları mı korumaya çalışıyoruz?

Cumhuriyeti kuran kadronun İttihatçı olmasının da payı var tabii. Normalde cumhuriyetçilerin Osmanlı saltanatında olan her şeyi suçlaması gerekirken, savunmak durumunda kalıyorlar. Çünkü İttihatçılar, geçmişlerini silip atamıyorlar. Çünkü Cumhuriyet bir kopuş değil, bir geçiş aslında. Fransız ihtilalindeki gibi gelenler gidenleri giyotinle kesmiş olsalardı, önceki dönemle bir kopuş olurdu. O zaman Enver Paşa, Sarıkamış'ta ölen 90 bin asker için 90 bin kere didiklenirdi. Ama durum öyle değil. Enver Paşa'nın yaveri, Cumhuriyet'te Atatürk'ün yaveri. Yaverler düzeyinde bir devamlılığı var işin. Aynı kadro, aynı zihniyet Cumhuriyeti devam ettiriyor. İşte o zaman da rejim değişikliği olmuyor, iktidar değişikliği oluyor. Osmanoğulları'nın saltanatı bitiyor, Cumhuriyet kuruluyor. İttihat Terakki Partisi isim değiştiriyor ve ittihatçılar Cumhuriyet Halk Partisi oluyor. İttihatçılar Osmanlı'yı batırıyorlar ama Cumhuriyeti de kuruyorlar.

Osmanlı'nın son döneminde yaşanan acı olayları gizlemenin nedeni de, Cumhuriyeti kuran kadronun İttihatçı olması mı?

Evet. Kopuş olmadığı için, Ermeni katliamı da bu yüzden tartışılamıyor.

1915'teki olayları siz tarihçi olarak nasıl tanımlıyorsunuz?

Ben eskiden de 1915 olaylarına katliam derdim hâlâ öyle diyorum. Tapu kayıtları, bu meselenin özüne ilişkin bilgi kaynağıdır. Çünkü 1915 çok sayıda Ermeninin öldürülmesiyle sınırlı değildir. Aynı zamanda büyük miktarda servet de el değiştirdi. Ne boyutta servet değişimi olduğu, Müslümanlara ne boyutta mülk devri gerçekleştiği anlatımdan çıkmaz. Bu ancak tapu kayıtlarından okunabilir. Yaklaşık bir milyon Ermeni yerinden alınıyor ve bir daha dönmüyor. O bağlara, bahçelere, dükkânlara, işyerlerine birileri sahip oluyor. Tapu kayıtlarında bu ortaya çıkıyor. 1915'ten 18'e kadar ki tapu kayıtlarından Ermenilerin o sıradaki mülk toplamı ve bunların kimlere geçtiği rahatlıkla görülebilir. Bunun ortaya çıkmasından çekiniliyor...


yigido

Mesaj gönderen yigido » 14 Kas 2006 21:11

carpici bir roportaj..

karisik olan kafami biraz daha karistirdi :| ..
alp_urungu

Mesaj gönderen alp_urungu » 21 Kas 2006 09:58

ATATÜRK’ÜN DİN ANLAYIŞI ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER


Mehmet Emin BAYAR
Diyanet İşleri Başkanlığı

Teftiş Kurulu Başkanı



Din, evrensel bir olgudur. Din, insanla beraber var olmuş ve insanla birlikte varlığını sürdürecektir. Tarihin hiçbir devresinde dinsiz bir cemiyetin ve dini yok sayan hiçbir devletin var olduğu görülmemiştir. Çünkü insan, maddi tarafı yanında manevi tarafı da olan bir varlıktır. İnsanın manevi ihtiyaçlarını karşılayan olguların en başta geleni dindir.



Din, fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir amil olduğu gibi, toplumları yükselten onların gelişmesini sağlayan bir kurumdur. Din, ahlaki bir müessese olarak insanlara yön veren ve kişiyi içten kuşatan, kucaklayan bir disiplindir. Din anarşinin, haksızlığın, adaletsizliğin, kötülüğün, zulmün, şiddetin, terörün, cehaletin, rüşvetin düşmanıdır. Dini duyguları zayıflamış, manen çökmüş toplumların varlıklarını devam ettirebilmeleri oldukça güçtür.



İnsan sosyal bir varlık olmakla birlikte onun bir de iç dünyası vardır, Yalnızlık, çaresizlik, korkular, kederler, hastalıklar, kayıplar, musibet ve felaketler karşısında ona ümit, teselli ve güven sağlayan en son sığınak din olmuştur. Bugün artık dünyada dine dönüş olayı yaşanmaktadır. Dinin yeniden itibar kazanmasında, bir asırdan beri bilgi ve tefekkürün artması, aydınların konuya ilgi göstermesi ve geçmişte olduğu gibi sosyal, siyasi ve milletlerarası olaylar üzerinde dinin belirleyici gücünün fark edilmesi etkileyici olmuştur.



Tarih boyunca milletimiz için güç ve moral kaynağı olan İslam dini, kültürümüzde derin izler bırakmış, kalkınma hamleleri huzur, saadet, birlik, beraberlik, düzen ve intizamın ana kaynağı olmuştur. Bundan dolayı Türk devletleri içinde din hizmetlerini organize eden kurumlar, devlet mekanizması içinde yer almış ve bu müesseselere önemli fonksiyonlar yüklenmiştir



Bilindiği üzere Mustafa Kemal Atatürk'ü n modern Türkiye'nin inşasında ayrı ve müstesna bir yeri bulunmaktadır. Atatürk, modern Türk devletini, önündeki bütün düşünsel ve pratik problemleri büyük bir ustalıkla ve ileri görüşlülükle çözerek kurmuştur. O, bir taraftan İslami değerleri devlete temel yaparken, diğer taraftan çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşabilmek için köklü reformlara girişerek devlet kurumlarını re-organize etmiştir. Bunu yaparken milli ve manevi mirası asla reddetmemiş, bilakis bu değerleri Batı dünyasını yakalama gayretine ivme kazandıran bir unsur olarak telakki etmiştir.

Halkçı bir önder olan Atatürk, Türk toplumunu çağdaş uygarlık istikametine doğru dönüştürmek için giriştiği inkılaplarında öncelikli olarak Türk milletinin köklü manevi değerlerine dayanmıştır. Onun belirgin olarak göze çarpan başarısı, dini doğru bir şekilde anlaması ve ondan ülkenin dirilmesi ve kalkınması için hakkıyla yararlanmasıdır. Nutku, söylev ve demeçlerine baktığımızda sürekli olarak İslamiyet'e ait kavramlara demeçlerine baktığımızda sürekli atıfta bulunduğunu görmekteyiz. bir Konuşmalarında Kur'an ait ayetlerine referansta bulunmuş, Hz. Muhammed'in hadislerini zikretmiş ve İslam'ın çeşitli meseleleri ile ilgili bakışını belirtmiştir.



Bu konuşmalardan, Atatürk'ün dinine bağlı bir lider, İslamiyet hakkında geniş ve zengin bilgisi olan bir kimse olduğunu anlıyoruz. Konuşmaları dikkatlice tahlil edildiğinde, onun din anlayışının çağının mevcut birikiminin çok ötesinde olduğunu görüyoruz. Dini taassubun çok yaygın olduğu, din adına softaların halk üzerinde tesir ve nüfuz elde ettikleri, Osmanlı'dan kalma medrese geleneğinin hala direnç gücüne sahip olduğu bir dönemde aşağıda tafsilatıyla vermeye çalışacağımız fikirleriyle Atatürk, din alanında da çağdaş görüşlere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü onun 1920 lerin koşullarında söyledikleri aradan bunca yıl geçtikten sonra bugün ülkemizin ilahiyatçılarının birçoğu tarafından İslam'ın sahih yorumu olarak ileri sürülmektedir.



Konuyu daha fazla uzatmadan burada Atatürk'ün din konusunda dile getirmiş olduğu ve muhtelif kaynaklarda yer verilen sözlerinden tespit edebildiklerimizi burada zikretmek yerinde olacaktır:



"Türk milleti dindar olmalıdır yani, bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum... Din şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiııa etmiyor. "



"Bizim dinimiz en tabi ve makul dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmu~tur. Bir dine tabü olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. "1



"Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür- Adalet-i ilahiye, O'nun tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir, ilk devir insanlığın çocukluk ve gençlik deııridir. İkinci devir, insanlığın kemal devridir. "



"Ey millet! Allah birdir, şânı, büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kur'ani azimuşsândaki nusustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ııe tabi kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı Haktır. "2



"Din, bir ııicdan meselesidir. Herkes ııicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Dü~ünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din i~lerini, millet ve devlet i~leriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasta ve füle dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat ııermeyeceğiz. "3



Din ııardır ııe lazımdır, Temeli çok sağlam bir dinimiz var malzemesi iyi. Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takııiye etmek lüzumu hissedilmemi~. Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış, Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez, Ancak zamanla çatlaklar derinleşerek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır, "4





"Efendiler.." Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihninin başlı başına çalışması lazımdır. İşte biz de burada din ve dünya için geleceğimiz ve istiklalimiz için ııe en çok milli egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım, Ben yalnız kendi düşüncelerimi söylemek istemiyorum, Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Milli ülküler milli irade yalnız şahsın düşünmesinden değil tüm millet fertlerinin ülkülerinin toplamıyla yaratılır... " "Milletimiz dil ve din gibi kuııvetli iki hazineye sahiptir. Bu faziletleri hiç bir kuııvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamayacaktır ve alamaz. "5



"Bizim dinimiz hiçbir ııakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir, Allah'ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir, Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ııe nerede olursa oraya gitmek ııe onunla dolu olma zorundadır. Îslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ııe diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır, Belki daha ileriye gitmişlerdir,



"Minberlerin halkın anlayacağı bir dille ruh ve dimağa hitab olunmakla İslam ehlinin ııücudu canlanır, iman kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna nazaran hatiplerin haiz olmaları lazım gelen özellik yetenek ııe dünyanın gidişini bilmeleri çok önemlidir. "



Bizde ruhbanlık yoktur, Hepimiz eşitiz ve dinimizin ahkamını eşit olarak öğrenmeliyiz, Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası da mekteptir, 6,



"Bu başarının, kutsal topraklarımızı düşman istilasından büsbütün olarak kurtaracak olan kesin zaferin hayırlı bir başlangıcı olmasını Tanrının lütfundan dilerim.”



"Biz ne Bolşevik'iz, ne de Komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız, Türkler milliyetperııer ve dinlerine hürmetkar bir millettir, Bizim hükümet şeklimiz tam bir Demokrat Hükümetidir. "'



Zikrettiğimiz bu alıntılar dikkatlice tahlil edildiğinde Atatürk'ün zihninde,



1. Dini toplumlar için bir değer kabul ettiği, bu değerden yoksun toplumların varlıklarını uzun süre devam ettiremeyecekleri,

2. İslam dini, insan tabiatına uygun hükümleri ihtiva ettiğini, onda mündemiç tabii kuralların keşfi için de gerçek din alimlerine



ihtiyacın olduğu,

3. İlahi ve tabii kanunlar arasında herhangi bir tezadın bulunmadığı, 4. Dinin esasının değişmez özelliğe sahip olduğu, bunun dışında sosyal hayatı tanzim eden tali kuralların zaman ve mekandaki farklılaşmaya uygun olarak değişebileceği,

5. Doğru yorumlandığı takdirde dinin ilerlemeye mani olmadığı,



Şeklinde düşüncelerin yerleşmiş olduğu sonucuna varılmaktadır.



Atatürk'ün, İslamiyet'in yüzyıllar boyu oluşan mevzi ve kişisel yorum ve ayrıntılarından ziyade, dinin başlangıçtaki durumuna ve temel ilkelerine ve kısacası ed-din kavramına önem vermiş olması önem arz etmektedir. Ayrıca mezkur ifadeler, ifade sahibinin dinle ilgili gerçekleri tüm çıplaklığı ile bildiğine gayet güzel delil teşkil etmektedir.



Atatürk hiçbir zaman dine karşı olmamıştır. Onun mücadele ettiği, din maskesi altında insanların sömürülmesi, dini kullanarak kendine makam, mevki ve çıkar sağlayarak dini yozlaştıranlardır. Onun gerçek anlamdan neden şikayetçi olduğu hususu, 16 Mart 1923'te Adana'da Türk Ocağında esnaf ve sanatkarlarla yaptığı konuşmasında ortaya çıkmaktadır:



"Bizi yanlış yola sevk eden habisler, bilirsiniz ki, büyük ölçüde din perdesine bürünmüşler saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Halbuki, elhamdülillah, hepimiz müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kafidirler. Buna rağmen hafta tatili, dine mugayirdir gibi hayırlı, ve akla, dine muvafık meseleler hakkında, sizi iğfal ve idlale çalışan habislere iltifat etmeyin. Milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulema ile müftehirdir. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına mazhardırlar. Bu gibi ulemaya gidin: Bu efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyiniz. Fakat suret-i umûmiyede buna da ihtiyaç yoktur.



Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir miyar vardır. Bu miyarla hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz"8



Bu sözlerden, Atatürk'ün dar çerçeveli din anlayışına, din sömürücülüğüne, taassuba ve yobazlığa karşı tavır aldığı, ulusumuzu bunlara karşı uyanık tutmak istediği açık ve seçik bir şekilde bunlara karşı anlaşılmaktadır.



Bunun yanısıra Atatürk'ün dinin pratiklerini yerine getirmeye de karşı olmadığı, görevini aksatmamak kaydıyla herkesin dini vecibelerini dilediği gibi yerine getirebileceğini istediği anlaşılmaktadır: Bir gün Atatürk'ün yakın arkadaşı Necip Ali kendisine, müşterek dostları Münir Hayri Egeli'nin namaz kıldığını söyler. Münir beyi sevmeyenler bu durum karşısında kovulacağını düşünürler. Ancak Atatürk onlara: "Batmak üzere olan bir gemide bulunsanız, herhalde "Yetiş Ya Gazi! demez, Allah dersiniz. Bundan daha tabii ne olabilir", der ve Münir beye de dönerek: "Dünyadaki işlerine zarar vermemek şartıyla namazını kıl, heykel yap, resim de" cevabını verir.9

Atatürk'ün dine yaklaşımını doğru anlayabilmek için onun irtica kavramına hangi anlamları yüklediği konusunun bilinmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi, Atatürk dinin ilerlemeye mani bir unsur olmadığı, bilakis insanları içten kuşatan ve onları manen motive ederek ilerlemenin temel güdüsünü teşkil ettiği kanaatindedir.



Atatürk irticaı, din karşıtlığı değil, inkılap karşıtlığı olarak algılamaktadır. Bir söylevinde;



"İnkılabımızın umde-i asliyesi Türkiye Cumhuriyeti halkının tamamen "asri" ııe bütün mana ııe eŞkaliyle medeni bir heyeti ictimaiyye haline isal etmektir. (Söyleıı ve Demeçler) "Efendiler, hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her nâfi şey karşısında, onu imha edecek bir kuııvet belirir, Bizim lisanımızda buna irtica denir. (İzmir Halkı ile Konuşma, Ankara, 1982, s. 109). "Milleti teceddüt vadisinde durdurmaya çalışmak için irticâkar fikirler perverde edenler muayyen bir sınıfa istinad edebileceklerini zannediyorlar. Bu katiyen bir vehimdir, bir zandır" demektedir (Söylev ve Demeçler).



Atatürk aynı zamanda milli egemenlik ilkesine karşı çıkışı da irtica olarak değerlendirmektedir:



"Unutulmamalıdır ki, milletin hakimiyetini bir ~ahısta yahut mahdud şahısların elinde bulundurmakla menfaat bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır... Bu gibilere mürteci ııe hareketlerine de irtica derler. Katiyetle söylerim ki, hakimiyet-i milliyemizin her zerresini şu veya bu suretle takyid etmek isteyenler en koyu mürtecidirler (Söylev ve Demeçler).



Bunun yanısıra Atatürk din ve devlet işlerini birbirinden ayrılmasına karşı çıkanları da mürteci olarak nitelendirmektedir:



"Din, bir ııicdan meselesidir. Herkes ııicdanın emrine uymakla serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini millet ııe deıılet işlerine karıştırmamaya çalışıyor, kasda ııe füle dayanan taassupkarâne hareketlerden sakınıyoruz. Mürtecilere asla fırsat vermeyeceğiz" (Söylev ve Demeçler).



Bu söylediklerinden anlaşıldığına göre Atatürk irticaı; ülkenin ihtiyacı olan iyi, güzel ve yararlı şeyleri almak suretiyle yenileşme yolunda yürümemizi engelleyen, milli egemenlik ilkesine karşı çıkarak saltanat ve hilafetin geri gelmesini istemek, din istismarcılığı yaparak din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayırma projesine karşı tavır sergilemek ve bundan politik çıkar ummak biçiminde kendini gösteren her türlü fiil ve davranışın adı olarak algıladığı sonucuna varmak mümkündür.'°



İslâm tarihine baktığımızda dinde politik çıkar, ya da maddî kazanç sağlamak isteyenler daima toplumların inançlarını sömürdükleri, ayrıca, kara cehalet içerisinde bırakılan halkın, gerçek din ilkelerinden gittikçe uzaklaştırıldıklarına şahit olmaktayız. taassubun da doğurduğu menfi sonuçlara dair tarihi belgeler ortadadır. Örnek verecek olursak: 1831 yılında veba gibi korkunç ve öldürücü bir hastalık Türkiye'nin sınırlarına dayanmıştır. Osmanlı Hükümeti, bu öldürücü salgın hastalığa karşı halkı korumak için gemilerin karantina altına alınmasına karar verir. Fakat toplumda etkili ve belli bir gücü bulunan tutucu kimlikli kimseler: "Bu bidattır; karantina denilen şey Frenk âdetidir. Ehl-i Islam dininde buna riayet asla caiz değildir" diye baş kaldırmışlardır. Devlet; sağlık, akıl, şeriat yollarının hepsine başvurduğu halde "İstemeyiz" gürültüsünü bastıramamıştır. Bu yüzden tam 7 yıl vapurlara karantina uygulanamamıştır. Tutucular karantinaya karşı direnişini sürdürdükleri için hükumet 1838 yılında Takvim-i vekai gazetesinde "edille-i şeri'ye ve Akliye" yani Şer'i ve Akli Deliller başlıklı bir yazı yayınlatmak durumunda kalmıştır.11



Hülasa, yukarıda anlatılanlar Atatürk'ün dindar ve sağlıklı bir din anlayışına sahip olduğunu açık bir Şekilde gözler önüne sermektedir. Hal böyle iken bazı kesimlerce ortaya atılan “Atatürk'ün yeni Türkiye'yi kurarken ve inkılaplarını yaparken İslam dini hakkındaki tümüyle olumlu sözlerinin, Cumhuriyet rejiminin kurulmasında ve inkılapların yapılmasında, karşılaşılabilecek kitle engelini yumuşatmak amacıyla söylenmiş olduğu" şeklinde fikirleri, kabul etmek mümkün değildir, Bunların tümüyle hayal mahsulü ve maksatlı olduğu açıktır. Çünkü Atatürk'ün bir din aliminin ki kadar doğru dinle ilgili bu sözleri, ancak samimi bir dindar ve gerçek bir yurtsever ve halkçı kimseden sadır olabilir.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ATATÜRK, her alanda olduğu gibi milletimize İslam Dininin temel esaslarının ve bid'atlardan arındırılmış olarak ve girmiştir doğru kaynaklardan sunulabilmesi için büyük gayretlere girmiştir.


Onun Meclis Başkanlığı döneminde 03 Mart 1924 tarihinde çıkarılan 429 Nolu Kanunda Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş, dini müesseselerin, cami ve cami ve mescitlerin yönetimi, müftü, vaiz, imam-hatip ve müezzin- kayyımların tayin ve azilleri bu teşkilata verilmiştir.



Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluşunun 2. yılında 21 şubat 1925 tarihinde bütçe müzakerelerinde, “dini neşriyat" üzerinde durulmuş, Kur'an-ı Kerim meali ve tefsirinin, hadis-i şerif tercemelerinin devlet tarihinde imkanlarıyla yaptırılması kararlaştırılmış ve bu iki işin masrafları için o günün maddi imkansızlıkları içinde Diyanet bütçesine 20 bin liralık ek ödenek konulmuştur.



Neticesinde, Elmalı Hamdi YAZIR'ın hazırladığı "Hak Dini Kur'an Dili, Yeni Mealli Türkçe Tefsir" adlı 9 ciltlik meal ve tefsir ile, Ahmet Naim ve Prof.Dr.Kamil MİRAS'ın hazırladıkları" Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi" adlı 12 ciltlik hadis tercemesi ortaya çıkmış, tüm masraflar devlet bütçesinden karşılanmıştır.



Sonuç olarak şunları söylemek mümkündür: Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılacağı 23 Nisan 1920 Cuma günü, yurdumuzun her köşesinde Milli ve dini törenler yapılması maksadıyla uzun bir program hazırlamış ve bu büyük tarih olayının bütün milletimize yüksek bir heyecanla duyurulması hususunda bir tamim yayınlamıştır. Yayınlanan bu tamimde Meclis'in açılışının, özellikle kutsal gün olan Cuma günü yapılacağı, manevi bir güç sağlaması bakımından Hacı Bayram Veli Camiinde kılınacak Cuma namazını müteakip Kur'an okunup, dualar yapılacağı ve bilahare Meclis'e gidilerek dua okunup kurban kesileceği, Meclis'e gidilmeden önce hatim okunacağı, ancak; hatimin son bölümünün Meclis'in önünde okunacağı, yurt sathında da Kur'an ve hatim okunacağı ve Salavat-ı Şerife getirileceği, ayrıca Cuma namazından önce uygun suretle mevlidi şerif okunacağı belirtilmiştir 12



Bu tamim gereğince de, 23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara'nın Ulus semtinde Hacı Bayram Veli Camiinde kılınan Cuma Namazından sonra Peygamberimizin Sancak-ı Şerif-i ve Sakal-ı Şerif-i taşınarak tekbirlerle, salat-ü selamlarla, şimdi Ulus meydanı altında müze olan Meclis binasına gelinmiş, kesilen kurbanlardan, yapılan dualardan sonra saat 13.45'ten en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Beyin Başkanlığında 120 Milletvekiliyle Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıp tarihi görevine başlamıştır.



Devlet ve millet adına modern Türkiye'yi inşa etmek üzere yola çıkan Mustafa Kemal ATATÜRK, her halükarda Türk toplumunun tarihi değerleri ile İslam'ın bütün değerlerine bağlı kalmış ve önüne geçtiği milletin mensubu olduğu dil, din, tarih, sanat, kültür değerlerine ilgisiz kalmayı ve onları silip atmayı hiçbir zaman düşünmemiştir.



Mehmet Emin BAYAR

Din Hizmetleri Müşaviri


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK GİBİ BİR İNSANI DİNE KARŞI GÖSTERMEK CEMİL KOÇAK VE TANER AKÇAMA BİRAZ RÜTBE ALMIŞTIR AMA BİZ TÜRK MİLLETİNİ DERİNDEN YARALAMIŞTIR.
ATATÜRK MUBAREK ÜÇAYLARDA ÇANKAYA KÖŞKÜNDE KUR-ANI KERİM ŞEHİTLERİMİZ İÇİN HER YIL OKUTTUGUNU KİMSE HATIRLAMIYOR VE
Neticesinde, Elmalı Hamdi YAZIR'ın hazırladığı "Hak Dini Kur'an Dili, Yeni Mealli Türkçe Tefsir" adlı 9 ciltlik meal ve tefsir ile, Ahmet Naim ve Prof.Dr.Kamil MİRAS'ın hazırladıkları" Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi" adlı 12 ciltlik hadis tercemesi ortaya çıkmış, tüm masraflar devlet bütçesinden karşılanmıştır ve bu kitabın matbada basım işlerine para yetmeyince kendi parasını veren de ATATÜRK OLDUĞUNU BİLİYORLAR ama bu millete söylemiyorlar
nur içinde yat atam
ARIAGA
Onbaşı
Onbaşı
Mesajlar:28
Kayıt:13 Ara 2006 20:48
Ruh Hali:Mutlu
Takım:Galatasaray

ataturk

Mesaj gönderen ARIAGA » 14 Ara 2006 13:27

BENCE ATATURK O ZAMAN KURTLERI KANDIRMISTIR,EGER KURTLER O ZAMAN INGILIZLERLE ISBIRLIGI YAPSAYDI BELKI DURUMLARI FARKLI OLURDU,SAF KURTLER ATTURKUN VERDIGI SOZLERE INANDI SAKIN BENI YANLIS ANLAMAYIN. :oops:
SEYYİT
Çavuş
Çavuş
Mesajlar:67
Kayıt:16 Eki 2006 08:43

Mesaj gönderen SEYYİT » 14 Ara 2006 15:02

Bazı arkadaşlar ATATÜRKü nedense dinci olarak göstermeye çalışıyor.
ve bunu hangi amaç için yaptıklarınıda bilmiyorum.
ama bildiğim bir tek şey var ATATÜRKün islama bakışı arkadaşların iddia ettiği gibi
değil tam tersi olduğudur.
yani her şey ortada ATATÜRK İSTİKLAL MAHKEMELERİNDE SIRF ŞAPKA TAKMADIKLARI İÇİN BİNLERCE kişiyi yargılattrmış ve hepsine çok ağır cezalar vermiştir.
aynı zamanda ATATÜRK bu milletin geri kalmış sebebinin islam olduğunu sayısız kez beyan etmiştir.yaptığı inkilaplarda bunun en açık ispatıdır.
Piremerd
Üstteğmen
Üstteğmen
Mesajlar:413
Kayıt:07 Kas 2006 13:36

Mesaj gönderen Piremerd » 14 Ara 2006 15:16

Aslında Atatürk Kürtlere belli vaatlerde bulunurken ilerde bundan caymayı düşünmüş mü bilinmiyor!
Şu an bile Atatürk'ün Kürtler için söylediğini hiç kimse söyleyemiyor!
Her ne kadar bunlar yerine getirilmese de tarihe kayıt düşmek adına önemlidir
ARIAGA
Onbaşı
Onbaşı
Mesajlar:28
Kayıt:13 Ara 2006 20:48
Ruh Hali:Mutlu
Takım:Galatasaray

Mesaj gönderen ARIAGA » 15 Ara 2006 18:50

ATATURKUN KURTLERE VERDIGI SOZLER ARTIK GERIDE KALDI , ONEMLI OLAN BUNDAN SONRA MEMLEKETIMIZE NASIL HUZUR VE DEMOKRASI GETIRMEK.
İmran-San
Acemi Er
Acemi Er
Mesajlar:4
Kayıt:18 Ara 2006 23:35
Ruh Hali:Mutlu
Takım:Galatasaray

Mesaj gönderen İmran-San » 19 Ara 2006 00:02

valla herşeyin allak bullak olduğu bu vakitte ne deme başım belaya giriyor. en iyisi konuşmamak ama biliyorumm başım yine de belada.......... 268
sinan
Yüzbaşı
Yüzbaşı
Mesajlar:733
Kayıt:22 Ara 2006 23:53

Mesaj gönderen sinan » 23 Ara 2006 13:34

ilk yazıdaki açıklamalar gerçekten etkileyicydi.Ama atatürk türk siyasi hayatın en etkileyici adamlarından dı.ÇÜNKÜ onun işi siyasetti.bir yanlış varsa o da KÜRTLERİN tedbirsiz bir şakilde hareket etmeleridir.büyük olmak tedbirli yaşamaltan geçer.YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ
Piremerd
Üstteğmen
Üstteğmen
Mesajlar:413
Kayıt:07 Kas 2006 13:36

Mesaj gönderen Piremerd » 23 Ara 2006 16:04

SİNAN kardeş tamam Atatürk önemli bir siyaset adamıydı ama "siyaset" hiçbir zaman insanların hayatları ile oynama aracı olarak kullanılmamalı!
Söylediklerin şunu anladım;
Atatürk amacına ulaşmak için herkesi kullandığı gibi kürtleri de kullanmıştır
ve kürtler din olgusu yüzünden ona bağlı kalmışlar!
Yani bir yerde sözünde durmayan Atatürke karşı sözünde duran kürtler
tedbirsiz ve saf olarak görülüyor.
Cevapla

“Özgür Düşünce & Felsefe” sayfasına dön