İslami Hikayeler Arşivi

Dinimiz hakkında hertürlü bilgi
ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe
Re: İslami Hikayeler Arşivi

Mesaj gönderen ZAGROS » 28 Eyl 2010 21:22

Ölüyü Diriltemem
Trablusşam Nakîb-ül-eşrâfı Şeyh Abdülfettâh Zağbî Efendi, Yûsuf Nebhânî hazretlerine şöyle anlatmıştır:

Bir defâsında bir arkadaşımız hastalanmıştı. Abdullah ibni Şeyh Hıdır ez-Zağbî'yi de yanımıza alıp ziyâretine gitmek istedik. Onu götürmekten maksadımız hastanın bereketlerinden istifâde ederek şifâya kavuşması idi. Ancak gitmek istemedi. Çok ısrar edince kabûl edip bizimle geldi. Hastanın yanına vardığımızda, şiddetli hastalığından hiç bir eser kalmadı.

Ayağa kalkıp bizi karşıladı.

-Hoş geldiniz." deyip konuştu. Ziyâreti yapıp yanından ayrıldık. Ayrılıp giderken yolda Şeyh Abdullah hazretleri;

- Ben ölüyü diriltemem, dedi.

Bu sözüyle ziyâretine gittiğimiz kişinin öleceğine işâret etmişti. Dedim ki:

- Onun yüzünde hiç ölüm işâreti yok."

Yine;

- Ben ölüyü diriltemem, buyurdu.

Sonra memleketine gitti. Hasta arkadaşımız iyileşti çarşıya pazara çıkıp dolaştı. Ben Şeyh Abdullah hazretlerinin işâretine ve diğer taraftan da hastanın sıhhate kavuşmasına hayret ediyordum. Çünkü o öleceğine işâret etmişti. Hasta ise sapasağlam olmuştu. Aradan on gün kadar geçti. Bir gün o arkadaşın evinin bulunduğu taraftan ağlama sesleri işittim. Merak edip sorunca, arkadaşımızın vefât ettiğini öğrendim. O zaman Şeyh Abdullah'ın kerâmetini anladım.


ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe

Re: İslami Hikayeler Arşivi

Mesaj gönderen ZAGROS » 28 Eyl 2010 21:23

Ölüm Doğuran Nikah
Abbasî halifesi Harun Reşid'in önde gelen devlet adamlarından Cafer el-Bermekî (Ö.187/803), üstün bir alim, zarif bir edib ve pek cömert bir zengin olarak tanınıp sevilmişti. Çeşitli yerlerde valilik ve komutanlık yapmış başarılı bir idareciydi. Halifenin çok sevip takdir ettiği bir yakını ve yardımcısıydı. Babası Yahya el-Bermekî ise Harun Reşid'in veziriydi.
Harun Reşid, Cafer'i ve çok sevdiği kızkardeşi Abbase'yi yanından hiç ayırmazdı. Sohbet meclisinde onları da hazır bulundururdu. Harun, Cafer ile Abbase'nin aynı meclis ve sofrada meşru olarak buluşup görüşmelerini sağlamak için, Cafer'e çok fazla yaklaşmamak şartıyla Abbase'yi nikâhlama teklifinde bulundu. Cafer'in kabulü üzerine, Abbase'yi onunla nikâhladı.
Cafer ve Abbase, sohbetlerden sonra Harun kalkıp gidince başbaşa kalırlardı. Cafer verdiği sözün gereği Abbase'ye ilişmiyordu. Fakat Abbase rahat durmadı. Bir fırsatını bularak, zayıf bir anında Cafer'e nikâhın gereğini yaptırdı ve Cafer'den hamile kalarak bir oğlan çocuğu doğurdu. Halifeden korkan Abbase, çocuğu gizlice Bağdat'tan Mekke'ye gönderdi.

Harun Reşid o sene hacca gitmiş ve işin gerçeğini öğrenmişti. Bu duruma fena halde sinirlenmişti. Cafer'in artan kudreti, nüfuzu, bazı icraatları ve harcamaları da halifeyi ürkütüyordu. Nikâhın neticesi ise bardağı taşırdı. Bir hayatla birlikte bir ölüm doğdu. Cafer-i Bermekî, Harun Reşid'in emriyle idam edildi.
Derler ki, Cafer'in babası Yahya o yıl hac sırasında Kâbe'nin kapısında şöyle dua etmişti:

'Allahım! Eğer beni günahlarım yüzünden cezalandıracaksan, çoluk-çocuğum ve mallarımı almakla da olsa senin rızana ulaşmam için cezamı dünyada ver, ahirete bırakma.'

Yahya'nın duası kabul edilmişti. Oğlu Cafer idam edilmiş, kendisi de hapiste ölmüştür. (2)

ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe

Re: İslami Hikayeler Arşivi

Mesaj gönderen ZAGROS » 28 Eyl 2010 21:24

Oyuncak Satın Alacağım
Sırrî-yi Sekâtî anlatıyor:

Bir bayram günü hazreti Ma'rûf'u hurma toplarken gördüm ve;

- Bunları ne yapacaksın? diye sordum.

O da;
-Şu çocuğu ağlarken gördüm ve niçin ağladığını sordum. Bana yetim olup anne ve babasının olmadığını, arkadaşlarının yeni elbiseleri ve oyuncakları olup kendisinin olmadığını söyledi. Şimdi bunları toplayıp satacağım, ağlamayıp oynaması için ona oyuncak satın alacağım, dedi.
Bunun üzerine;

-Bu işi bana bırak, deyip çocuğu alıp götürdüm. Yeni güzel elbiseler ve oynaması için bir oyuncak aldım. Çocuk o zaman memnun oldu. Bundan sonra kalbime bir nur geldi, kalbim parladı ve hâlim bambaşka oldu."
ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe

Re: İslami Hikayeler Arşivi

Mesaj gönderen ZAGROS » 28 Eyl 2010 21:24

Otuz Altın
Hammad... Bir zamanlar Bağdat'ın en zenginlerindendi. Dünyalık adına nesi var nesi yoksa dağıttı. ... ve Bağdat'ın en fakiri oldu.
Bir gün kapısını çalarlar. Evde değildir, bir müddet beklerler. Tam sonra geliriz diye ayrılmak üzereydiler ki gelir. Elinde yiyecekler. Sofraya otururlar. Yemek esnasında içeriye o ana kadar görmedikleri yabancı biri gelir bir şey söylemeden Hammad'a otuz altın uzatır. Hammad'ın rengi gider, sarsılır ve:

- Almam!

- Alacaksın.

Yabancı adam o kadar ısrar ederki, Hammad almayacağı konusunda herkesin duyacağı şekilde yemin eder. O anda bir kadın seslenir: :

- Bakın siz şunun yaptığına ! Bugün bu yediklerinizi alabilmek için, başımdan başörtümü aldı, pazara gitti sattı, yiyecek aldı. Şimdi de verilen parayı o kadar ısrara karşın kabul etmiyor, bir de üstelik almam diye yemin ediyor.

Sessizlik.... Kadına hiç kimse cevap vermez... Sessizliğin ve sıkıntının hakim olduğu bir ortamda lokmalar boğazlardan aşağı yuvarlanır yuvarlanabildiği kadar. sonunda içlerinden bir dayanamaz ve sorar:

- Hem böyle bir ihtiyaç içindesin, hem de sana verilen otuz altını kabul etmiyorsun. Söyleyebilirmisin neden?

- Hanımımın başörtüsünü pazara götürüp satmak için dolaşırken bir ses duydum "Bu işi bizim için yapıyorsun! Karşılığı sana ulaşır!" Eve dönüp o adamın bana otuz altını getirdiğini görünce, anladım ki, karşılığı geliyor. Onun için kabul etmedim.
ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe

Re: İslami Hikayeler Arşivi

Mesaj gönderen ZAGROS » 28 Eyl 2010 21:25

O Senin Ailenden Değil
Hz.Nuh'un kafirlerle beraber bulunan bir oğlu vardı. Hz. Nuh oğlunu dalgalardan kurtulmaya çalışırken görünce seslendi:
- Ey oğulcağızım! Bizimle gemiye bin. Sakın kafirlerle beraber olma!
- Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım!
- Allah dilemedikçe, bugün O'nun azabından koruyacak hiçbir şey yoktur.
Hz.Nuh ile oğlunun arasına dalgalar girdi. Hz.Nuh'un oğlu da boğulanlardan oldu. Hz.Nuh oğlu için çok üzülmüştü. Nasıl üzülmesinki? O kendi oğlu değil miydi? Hz.Nuh dünyada sudan kurtulamayan oğlunu hiç değilse kıyamet günü kurtarmayı arzu etti!
Muhakkak ki, ateş sudan daha şiddetlidir. Ahiret alemindeki azap daha korkunçtur. Acaba Allah, kulu Nuh'a aile efradını kurtaracağına dair bir söz vermemiş miydi? Elbette vermişti. Allah Teala sözünden caymayacağı için Hz.Nuh Allah katında oğlu için şefaatte bulunmayı istedi.
Hz.Nuh rabbine şöyle yalvardı:
- Şüphesiz oğlum benim aile efradımdandır. Muhakkak ki, senin aile efradımı kurtaracağına dair verdiğin sözün haktır. Sen hakimlerin hakimisin!
Fakat Allah, soylara, soplara değil sadece amellere bakar. Allah kendisine ortak koşanlar hakkında yapılan şefaati kabul etmez. Allah'a ortak koşan bir kimse peygamberin ailesinden biri olamaz. İsterse öz oğlu olsun! Allah, Nuh kulunun dikkatini bu hususa çekerek şöyle buyurdu:
- Ey Nuh! O senin ailenden değildir. Çünkü o iyi olmayan amellerin sahibidir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme. Seni cahillerden olmaktan menederim.
Hz.Nuh (a.s.) hemen hatasını anladı ve derhal Allah'a yönelerek tevbe etti ve yalvardı:
- Ey rabbim! Bilmediğim bir şeyi senden istemekten sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrana düşenlerden olurum.
ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe

Re: İslami Hikayeler Arşivi

Mesaj gönderen ZAGROS » 28 Eyl 2010 21:25

O beni zayi etmez
Basra’da yaşamış Allah dostlarından biri olan Abdülvâhid bin Zeyd (r.a.) bir defasında deniz yolculuğuna çıkmıştı. Denize açıldıklarında kuvvetli bir rüzgar çıktı. Bindikleri gemi fırtınaya tutuldu.
Dağ gibi dalgalar arasında yol almaya çalışıyorlardı. Sonunda dalgalar onları bir adaya sürükledi. Oraya demir attılar.
Karaya ayak basmanın sevinciyle gemiden inip dolaşmaya başladılar. Adayı gezerken bir de gördüler ki orada puta tapan bir adam var. Onun yanına varıp sohbet ettiler.
- Sen kime tapıyorsun öyle?! dediler.
Adam yakınındaki putu gösterdi.
Onlar da adama:

- Neden buna tapıyorsun? Bu ne fayda ne de zarar verir! Senin ilâh diye tanıdığın şu put, birileri tarafından yapılmış bir şeydir. Buna tapmanın mantığı nedir? Bu putun, tapılmasını haklı gösterecek nesi var?! dediler.
Bu sorular karşısında adam:
- Peki siz kime taparsınız, kime ibadet edersiniz? dedi.
Onlar da:

- Biz öyle bir varlığa ibadet ediyoruz ki; Her şeyi yaratan, her şeye kadir olan, arşı semâda, gücü, kuvveti sonsuz, hükmü dirilere de ölülere de geçen, var olan, bir olan, tek olan Allah’a ibadet ederiz, dediler.
Bunun üzerine adam:
- Bunu size kim bildirdi? Kim öğretti? diye sordu.
Onlar da:

- Allah bize, kendimizden çok değerli bir peygamber, kerim bir elçi gönderdi. Bize bunları o haber verdi, dediler.
Adam:

- O Peygamber nerededir? diye sordu.
Onlar da:

- Bize Allah Teâlâ’nın gönderdiği dini, İslâm’ı bildirip, tebliğ edip vazifesini tamamladıktan sonra vefat etti. Dünyadan ahırete göç etti. Allah Teâlâ’ya kavuştu, diye cevap verdiler.
Adam:

- Ondan hiç bir alâmet kaldı mı? diye tekrar sordu.
Onlar da:

- Evet o, Allah Teâlâ’dan bir kitap getirdi. O kitap bizim yanımızdadır, dediler.
Aramızda geçen bu konuşmadan sonra adam:
O kitabı bana gösterin? dedi.
Onlar da, Kur’an-ı Kerim’i getirdiler ve ona bir sûre okudular.
İlâhî kelâm’ın gönlünü aydınlatması neticesinde adam hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sûreyi bitirinceye kadar için için ağladı. Sonra Kuran-ı Kerim’in gönlünde bıraktığı tesiri ve coşkuyu ifade sadedinde şöyle dedi:

- Böyle bir kelâmın sahibine kimse âsi olamaz! İnsana yakışan bu kelâm’ın sahibine isyan etmemektir, diyerek hemen müslüman oldu.
Abdülvâhid b. Zeyd rahmetullahı aleyh o adamla bir gece geçirirler. Ona Kur’an-ı Kerim’den birkaç sûre ve kendisine yetecek kadar din bilgisi öğretirler. O gecede ki hatırasını şöyle anlatırlar:
Gece olunca yatsı namazını kılıp yataklarımıza çekildik.
Yatma zamanı gelince o yatmadı. Sabaha kadar ayakta uyanık kaldı.
Bizim yattığımızı gören adam:
–Bana anlattığınız ilâh, geceleyin uyur mu? diye sordu.
–Hayır, dedik.
–O zaman siz ne kötü kullarsınız?! Efendiniz uyamazken siz uyuyorsunuz! dedi.
Adamın sözü hoşumuza gitti. Onun heyacanı, gayreti bizlere ders oldu. Arkadaşlarıma:
- Bu zat henüz yeni müslüman oldu. Aramızda biraz para toplayıp verelim de sıkıntı çekmesin, dedim ve adama vermek için bir miktar para topladık.
Kendisine verirken adam:
–Bu nedir? dedi.
–Harcaman için bir miktar para, dedim.
Adam müstağni davrandı ve parayı almadı. Sonra bize, ibret ve hikmet dolu şu cevabı verdi:
- Lâ ilâhe illallah! Ben ıssız bir adada O’ndan başkasına, yani bir puta tapıyorken ve kendisini tanımazken bile O beni zâyî etmedi. Şimdi kendisini tanırken mi beni zâyî edecek?! dedi.
Aradan üç gün geçtikten sonra bu zâtın hastalanıp yatağa düştüğünü öğrendim. Hemen yanına koştum.
- Bir isteğin, ihtiyacın var mıdır? diye sordum.
Yine hikmetli bir şekilde:
– Benim ihtiyaçlarımı, sizi, o adaya getiren giderdi,diye cevap verdi.
Bu görüşmemizden bir gün sonra da vefat etti. O gece onu rüyamda gördüm. Bahçenin ortasında yüksek bir kubbe vardı. Kubbenin altında bir taht üzerine oturmuş şu âyeti okuyordu:
(Melekler “Sabretmenize karşılık size selâm olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir!, âhiret seadeti ne güzeldir!” (derler). (Rad sûresi: 24)
Issız bir adada yaşayan insanın İslâm’la tanışmasına ve buluşmasına vesile olan bu Allah dostu, tebe-i tâbiin’den Basra’lı Abdülvâhid b. Zeyd rahmetullahı aleyh’dir.
Bu Allah dostunun en büyük özelliği; Allah Teâlâ’ya karşı yaptığı kusurlardan dolayı çok üzülmesi ve her fırsatta âciz olduklarını sık sık söylemesiydi. Onun bu konuda güzel bir sözü vardı. Şöyle derdi:
“- Bütün insanlığın yaptığı ibadet kadar ibadet yapsak Allah Teâlâ’nın bize verdiği nimetlere karşı gene de tam manasıyla şükrünü yapmış sayılmayız.
Ona karşı şükrümüzü yerine getirmiş olamayız.
Bizler âciz, zayıf kullarız. O’na karşı her zaman âcizliğimizi îtiraf etmeliyiz.”
O büyük Allah dostu sevdiklerine daima şu tavsiyede bulunurdu.
“- Eğer nefsinizde Allah Teâlâ’ya karşı yaptığınız ibadetlerde bir isteksizlik ve tembellik hissederseniz; bir süre yağlı ballı, kuvvetli yemeyi bırakınız.
Gıdanız tuz ve ekmek olsun.
Oruç tutunuz.
Sâlih, vakar sahibi kimselerle oturunuz.
Çünkü onların meclisinde çirkin, kötü şeylerden bahsedilmez.
Bu şekilde yapmanız, Allah teâlâ’yı hatırlamanızı artırır.”
ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe

Re: İslami Hikayeler Arşivi

Mesaj gönderen ZAGROS » 28 Eyl 2010 21:27

Niçin Evlenmiyor
Râbia-tül Adeviyye,
-Niçin evlenmiyorsun?" diye ısrâr edenlere şöyle söyledi:
-Benim üç büyük derdim var. Bunların sıkıntısından kolayca kurtulmamı garanti ederseniz, o zaman evlenirim.
Birincisi, acabâ son nefesimde îmânımı kurtarabilecek miyim?
İkincisi, Kıyâmet gününde amel defterimi sağ tarafımdan mı, yoksa sol tarafımdan mı verecekler?
Üçüncüsü, herkesin hesâbı görüldükten sonra bir grup Cehennem'e ve bir grup Cennet'e giderken, acabâ ben hangi grupta bulunacağım? dedi.
O kimseler;
-Biz bu suâllerin cevâbı olarak size bir şey söylemekten âciziz" dediler.
-O halde önümde böyle dehşetli günler varken ve bu günlere hazırlanmak elbette lâzım iken, evlenmeyi nasıl düşünebilirim? buyurdu
ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe

Re: İslami Hikayeler Arşivi

Mesaj gönderen ZAGROS » 28 Eyl 2010 21:27

Nereden ve Nasıl aldın
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a) hazretlerinin bir kölesi vardı. Ömrünün sonlarında her akşam iftâr vaktinde yemek getirirdi. Âdet-i şerîfleri öyle idi ki, nereden ve nasıl aldığını, kimden satın aldığını, onun san'atı ve mesleği ne olduğunu o köleden sormayınca o yemekden bir lokma ağzına koymazdı. Bu köle bir gece yine yemek getirdi. Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a) süâl etmeden, mubârek elini uzatıp, bir lokma yemekden aldılar.

Köle dedi ki:

- Ey Efendi. Ne oldu ki, bu akşam sormadan yemeğe el uzatdınız.

Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a) hazretlerinin mubârek gözleri yaş ile dolup, buyurdu:

- Yâ Gulâm. Açlık bana sıkıntı verip, sabırsızlandırdı. Böylece bu hâl başıma geldi. Şimdi bana haber ver ki, bu akşam yemeği nereden getirdin.

Köle dedi ki:

- Câhiliyye vaktinde, raks ve oyun oynardım. Bir gruba raks etdim. Onlara hoş geldi. Bana dediler ki, şimdi bir nesnemiz yokdur. Va'd etmişlerdi ki, elimize birşey geçdikde sana iyilik ederiz. Ben bugün gördüm ki, onların elleri doludur. Ben va'dlerini hâtırlatdım. Yiyeceği bana verdiler.

Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a) bunu işitdi. Çok üzüldü. Ağladı. Yemeği önünden atdı. Parmağını boğazına o kadar sokdu ki, kay' etdi. O lokma karnından dışarı geldi. Kendine eziyyet verdi. Mubârek yüzü göğerdi ve karardı. Mubârek yüzünün şeklinin değişikliğini görenler, bir mikdâr su içmesini ve bu üzüntüden halâs olacağını söylediler. Sıcak su getirdiler. İçdi, bir kerre dahâ kay' etdi. Rahâtsız oldu. İnceledi ki, karnında bir şey kalmadı.

Dediler ki,

- Yâ Sıddîk, bu kadar kendinize sıkıntı ve zahmet, bir lokmadan dolayı mıdır. Buyurdu ki, evet. Resûlullah (s.a.v) hazretlerinden işitdim.

Buyurdular ki,

- Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, yidiği harâm olan kimselere Cenneti harâm etmişdir.

Sonra başını yukarı kaldırıp,

- Yâ ilâhel âlemîn! Yidiğim lokma için elimden geleni yapdım. O lokmaları kay' etdim. O lokmadan damarlarımda birşey kaldı ise afv et. Bu za'îf kulun, Cehennem azâbına dayanamam diye, düâ buyurdu.
Bu o Ebû Bekrdir ki, Resûlullah (s.a.v) hazretleri, (Ebû Bekr benim gözüm ve kulağım gibidir) buyurdu
ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe

Re: İslami Hikayeler Arşivi

Mesaj gönderen ZAGROS » 28 Eyl 2010 21:28

Namusa saldıran erkeğin cezası
Hüzeyl kabilesinden Medineli Hamele, devesine binmiş, kırda gidiyordu. İlerideki vahada koyunlarını otlatan Raşid’in kızı Es’ile’yi gördü. Es’ile, koyunları sürerken rüzgâr yüzündeki örtüyü sıyırmış, onun sahip olduğu fıtrî güzelliği gören Hamele, fikrini bozmaya niyet etmişti.
Sürüye yaklaşınca devesini çökertip dizlerinden bağladı, yalnız bulunan Es’ile’ye seslendi:
– Es’ile, beni reddetme. Seninle beraber olalım.
Es’ile’nin cevabı makuldü:
– Buradan derhal uzaklaş. İyi niyet sahibi isen babama müracaat et. Beni eş olarak iste. O seni reddetmez.
Fakat Hamele’de iyi niyet yoktu. Sadece geçici ve zevkli bir macera yaşamayı düşünüyordu. Es’ile’ye doğru yürüdü. Es’ile, başka çıkış yolu kalmadığını anlayınca bütün cesaret ve hiddetini toplayarak namusunu savunmaya karar verdi. Kapışmada çok sürmeden Hamele’yi yere yatıran Es’ile:
– Def olup gidecek misin, yoksa başını parçalayayım mı? dedi.
Hamele söz verdi. Hemen def olup gideceğini söyledi. Ne yazık ki yatırıldığı yerden kalkar kalkmaz hücumunu tekrarladı. Es’ile yine bir hamlede onu yere yatırdı. Hareketsiz hale getirerek teklifini tekrarladı.
– Buradan def olup gidecek misin, yoksa şu taşla başını parçalayayım mı?
Bu zor karşısında kesin söz veren Hamele, yine yakasını sıyırdı. Ne yazık ki, sözünde bu sefer de durmadı, yalnız bulduğu Es’ile’ye hücumunu tekrarladı. Es’ile güçlü ve hiddetliydi. Onu yere yıkıp göğsü üzerine çöktü. Başına yanındaki büyük bir taş parçasıyla öylesine vuruşlar vurdu ki, mütecaviz Hamele, artık yerinden kalkamaz, kalksa bile hücumunu tekrar edemez hale geldi.
Bundan sonra koyunlarını sürerek oradan uzaklaşan Es’ile, böylece şerefini korumuş, namusuna leke kondurmamıştı. Az sonra oradan geçen bir yolcu kafilesindeki Hüzeylliler Hamele’yi tanıdılar.
– Ne oldu sana böyle Hamele? dediler. Hamele:
– Sormayın, devem beni yere attı, düşünce böyle oldum, dedi.
– Deven burada dizlerinden bağlı, şu taşta da kan var, ayrıca başında da taşın açtığı yaralar görünüyor, deyince kızardı:
– Ne diyorsam öyle, daha ne inceliyorsunuz, beni deveme bindirip evime götürün, dedi.
Hamele’yi evine götürdüler. Birkaç gün yattıktan sonra iyi olma ümitleri kaybolmaya başladı. Kendisine sordular:
– Başına bu durum sebebiyle ölüm gelecek olursa kimi dava edelim, kan diyetini kimden isteyelim?
Titrek sesle açıkladı:
– Kanımdan, Es’ile’den başkası sorumlu değildir. Bu cümle, Hamele’nin son sözleriydi. Başı yana düşüverdi.
Hüzeyl ileri gelenleri toplanıp Resûlüllah’a geldiler:
– Oğlumuz Hamele’nin kanını, Raşid ödeyecektir. Dava ediyoruz.
Resûlüllah Hazretleri Raşid’i çağırttı.
Raşid’in asıl adı Zalim’di. Resûlüllah, İslâm’a girince Zalim ismini Raşid olarak değiştirmişti. Durumu anlayan Raşid:
– Benim öyle bir ölümden haberim yok. Ne gördüm, ne de işittim, deyince:
– Ya Resûlâllah, Raşid’in kendi değil, kızı Es’ile’dir katil, dediler.
Az sonra Es’ile yakalanarak getirildi.
– Es’ile, bak senin Hamele’yi öldürdüğünü iddia ediyorlar, ne dersin?
Es’ile dalgın, aynı zamanda tereddütlü idi. Sadece:
– Hiç kadın erkeği öldürebilir mi? diyebildi.
Ancak bu sözün gerçek bir müdafaa olmadığını hemen anladı. Sonra vahiy gelerek Allah’ın Resûlü’ne olayı haber vereceğini de düşündü. Hadiseyi aynen anlatmaya karar verdi.
– Üç defa üzerime yürüdü, iki defa yatırıp söz aldım. Defolup gideceğine söz verdi. Kurtulunca üçüncü defa üzerime geldi. Ben de şerefimi ve namusumu müdafaa için başını yaraladım, bana hücum edemez hale getirerek kaçıp kurtuldum. Sonra öğrendim ki, o yaralardan ölmüş.
Hüzeylliler hep birlikte bağrıştılar.
– Suçunu itiraf etmiştir, diyetimizi isteriz. Resûlüllah Hazretleri de kararını açıkladı:
– Es’ile namusunu müdafaa etmiştir. Mütecaviz Hamele de kanını heder etmiştir. Böylece dava bitmiş, diyet ortadan kalkmıştır. Hüzeylliler süklüm püklüm. Raşid ve Es’ile şen ve şatır, evlerine döndüler. Asr-ı Saadetten bir namusu koruma olayı böylece tarihe geçti, bize de ibretlerinize sunmak düştü.
Kaynak: Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe

Re: İslami Hikayeler Arşivi

Mesaj gönderen ZAGROS » 28 Eyl 2010 21:29

Namaz ve Miraç
Malik bin Sa'saa r.a anlatıyor:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
Ben Kâbe-i Muazama'da iki kişinin arasında uyku ile uyanıklık arasında yatmakta iken, içi îman ve hikmetle dolu, altından bir leğen getirdiler. Boğazımdan karnıma kadar göğsümü yardılar. Zemzem suyu ile yıkayıp, îman ve hikmetle doldurdular. Katırdan küçük merkepten ise büyük, burak denilen bir hayvan getirdiler. Cibril Aleyhisselâm ile beraber gittik.
Birinci kat semâya gelince:

-Kim o? denildi,
Cibril a.s.:
-Cebrâil, diye cevap verdi.
-Yanındaki kim? denildi.
Cebrâil de:
-Muhammed, dedi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? denildi.
Cebrâil:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, O ne güzel bir misafirdir, denildi.
Bunu takiben Adem aleyhisselâma geldim, selâm verdim,
-Hoş geldin, salih peygamber salih oğul! dedi.
Ben:
-Bu kim ey Cibril? diye sordum.
O da:
-Bu, Adem aleyhisselâmdır. Sağında ve solunda gördüğün bu kalabalıklar evlâdlarının ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler ise cehennemliklerdir. Bunun için sağına baktığı zaman gülüyor, soluna baktığı zaman ağlıyor, dedi.
Sonra ikinci semaya geldik.
-Kim o? denildi.
Cebrâil:
-Ben Cebrail, dedi.
-Yanındaki kim? denildi.
Cebrail:
-Muhammed, dedi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? denildi.
Cebrail:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi! denildi.
Bunu takiben Isa ile Yahya Peygamberlere rastladım. Her ikisi de:
-Hoşgeldin kardeşimiz hoşgeldin ey peygamber! dediler.
Sonra, üçüncü kat semaya geldik.
-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
Cebrail:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi, denildi.
Bunu müteakip Yusuf aleyhisselâm'a rastladım. Selâm verdim;
-Hoş geldin kardeş ve Peygamber, dedi.
Sonra dördüncü semaya geldik.
-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
-Evet, diye cevap verildi.
-Hoş geldin, ne güzel misafir geldi! denildi.
Bunun takiben îdris aleyhisselâma rastladım. Selâm verdim.
-Hoş geldin, kardeş ve Peygamber, dedi.
Sonra beşinci kat semaya geldik.
-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed,'diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi, denildi.
-Evet, diye cevap verildi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi, denildi.
Bunu müteakip Harun aleyhisselâma rastladık. Kendisine selâm verdim.
-Hoşgeldin, kardeş ve Peygamber! dedi.
Sonra altıncı semaya geldik.
-Kim o? denildi.
-Cibril, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, denildi. .
-Ona buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
-Evet, denildi.
- Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi! denildi.
Bunu takiben Musa aleyhisselâma rastladım ve selâm verdim.
-Hoş geldin, kardeş ve Peygamber! dedi.
Kendisinden ayrılınca ağlamaya başladı.
Hazreti Allah tarafından kendisine:
-Niye ağlıyorsun? diye soruldu.
Musa aleyhisselâm:
-Ey Rabbim, benden sonra Peygamber olan bu gencin ümmetinden cennete benim ümmetimden daha çok insanlar girecektir, bunun için ağlıyorum, dedi.
Sonra yedinci semaya geldik.
-Kim o? denildi.
-Cibril, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? Hoş geldi, ne güzel misafir geldi! denildi.
Bunu takiben ibrahim aleyhisselâma rastladım. Selâm verdim.
-Hoş geldin oğul ve Peygamber! dedi.
Hemen bana Beytü'l Mâmur gösterildi. Cibril'e sordum. O da:
-Bu, Beytü'l Mâmur'dur. Her gün yetmiş bin melek orada namaz kılar ve çıkarlar. Çıkanlar da bir daha artık oraya dönmezler, dedi.
Bana Sidretü'l Müntehâ ağacı da gösterildi. Bir de baktım ki, bu ağacın meyveleri meşhur Hacer beldesinin büyük destileri, yaprakları da fillerin kulakları büyüklüğünde idi. Altından dört nehir akıyordu. Bunların ikisi bâtın, ikisi zahir idi. Cibril'e bu nehirleri sordum. O da:
-Bâtın, yani içe ait iki nehir cennette, zahir yani dışa ait iki nehir de Nil ile Fırat'tır, dedi.
Sonra o kadar yükseğe çıkarıldım ki orada mukadderatı yazan kalemlerin sesini işitir oldum.
Sonra üzerime elli vakit namaz farz kılındı. Döndüm. Musa aleyhisselâma gelince, bana:
-Ne oldu? diye sordu.
-Üzerime elli vakit namaz farz kılındı, dedim.
Musa aleyhisselâm:
-Ben insanları senden daha iyi bilirim, israil Oğulları ile çok uğraştım. Senin ümmetinin bu elli vakit namaza gücü yetmez. Rabbine dön ve bu namazları azaltmasını niyaz et! dedi.
Döndüm. Niyazda bulundum. Allahü Teâlâ bunları kırka indirdi. Sonra yine Musa aleyhisselâma geldim. Aynı şeyi söyledi. Döndüm. Allahü Teâlâ namazları otuza indirdi. Yine aynı şey tekrarlandı. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları yirmiye indirdi. Yine aynı şey oldu. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları ona indirdi. Yine Musa aleyhisselâma geldim, aynı şeyi söyledi. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları beş vakte indirdi. Yine Musa aleyhisselâma geldim.
-Ne yaptın? dedi.
-Allah namaz vakitlerini beş vakte indirdi, dedim. Musa aleyhisselâm yine gidip, daha da indirmesi için Allah'a niyaz etmemi söyledi ise de ben:
-Hayır, razı oldum, dedim.
Bunun üzerine Allah tarafından bir nida geldi. Farzım kesinleşmiştir. Kullarıma gereken kolaylığı yaptım. Her iyi amel karşılığında da on sevab vereceğim.
Cevapla

“İslam ve İnsan” sayfasına dön