Kahramanmaraş Katliamı

Türkiye ve Dünya Tarihi
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
Kahramanmaraş Katliamı

Mesaj gönderen Siyabend » 28 Eyl 2008 23:52

Maraş katliamından bu yana geçen 28 yıl içinde, o gün "gizli" kaydıyla halktan kaçırılan bilgi ve belgeler günışığına çıkmaya, mağdurların, tanıkların ve emniyet görevlilerin ifadeleriyle olayın bütün aktörleri belirlenmeye başladı. ABD'nin "bizim çocuklar" dediği aktörlerin gerçekleştirdiği katliam, tüyler ürperten ayrıntıları içeriyor
İnsanlık tarihi, iktidarların hedefleri ve çıkarları için kendi yurttaşlarını katlet-melerinin trajik örnekleriyle doludur.

Hatta iktidarlar, hedeflerine ulaşmaya engel olabilecek güçte bir halk muhalefetiyle karşı karşıya olduklarını düşünüyorlarsa, resmi, gayri resmi ya da sivil tetikçilerle gerçekleştirdikleri katliamların başarısı için "dış mihrak"larla da işbirliği yapmaktan çekinmezler.

Bu noktada hatırlamakta yarar var; 1 Mayıs 1977 kıyımında, halkın üzerine en yoğun ateş açılan merkezlerden biri olan intercontinental Oteli, bir grup Amerikalı subayı konuk etmiş, katliam sonrası ise konuklar, tanıkların gözü önünde ellerini kollarını sallayarak memleketlerine dönmüşlerdi.

12 Eylül darbesinin önemli kilometre taşlarından biri olan 1 Mayıs 1977'den bir yıl sonra Maraş'ta yaşananlar ise; 1 Mayıs kıyımını adeta "küçük" bir provaya dönüştüren darbenin son kilometre taşı, "olgunlaşan koşullar"ın zirvesi, "dış mihraklar"la güç birliği yapan, "vatansever", "milliyetçi" darbecilerin en önemli "başarı"sıydı. Bu kez mezhep ayrımcılığını provoke ederek, aylar öncesinden hazırladıkları stratejiyi uygulamaya koymuşlar, ABD'nin bugün netleşen BOP dahilinde Türkiye'ye biçtiği rolü yerine getirebilmek için, Alevi yurttaşları kadın, çocuk, yaşlı demeden kurban etmişler, ülkücü/dinci "milliyetçi'leri ise birer cellat, hatta kiralık katile dönüştürmüşlerdi. Nitekim bazılarının sonradan ödüllendirildiklerine tanık olduk.

Katliam sanıklarından Ökkeş Kenger sonraki soyadıyla Şendiller MHP milletvekili, Haluk Kırcı işadamı oldu. Ünal Osman Ağaoğlu ise 12 Eylül öncesinin çok önemli katliamlarında, cinayetlerinde başrol oynamasına rağmen hiçbirinden cezalandırılamadı. Yurt dışına kaçırılıp, kurtarılan Ağaoğlu'nun yakın zamanda geldiği Türkiye'de tutuksuz yargılandığı tek dava ise Kemal Türkler cinayeti.

'MİT, CİA, KONTRGERİLLA'
Amerika ve "milliyetçi" işbirlikçileri, istedikleri rejimi hayata geçirmek, gerekli bütün ekonomik ve siyasi kararları engelsiz uygulamaya koymakta kararlıydılar. Bu uğurda yalnız kitleleri imha etmekten değil, olup bitenlerin farkında olan herkesi de birer birer ortadan kaldırmaktan çekinmiyorlardı. Nitekim, Milliyet gazetesi yayın yönetmeni, gazeteci Abdi İpekçi'nin öldürülmesi önemli bir örnekti. Hala tam olarak aydınlatılamamış olmasını da açıklayacak bilgilere göre; İpekçi ülkenin CIA planı çerçevesinde adım adım askeri darbeye sürüklendiğini görüyordu. Türkiye'de görev yapan CIA ajanı Paul Henze'nin talebi üzerine yapılan görüşmede, İpekçi bildiklerini ve değerlendirmelerini aktarmaktan çekinmedi, ancak 13 Ocak'ta yapılan görüşmenin hemen ardından 1 Şubat 1979'da öldürüldü.

Gazeteciler Kürşat Yılmaz ve Cihan Çelik'e göre; İpekçi, Maraş katliamının "Kontrgerilla" adlı CIA bağlantılı NATO kuruluşu tarafından örgütlendiğini, katliama bir CİA ajanının karıştığını belirlemiş, 'Özel Harp Dairesi" veya "Kontrgerilla" olarak adlandırılan NATO kuruluşunun MHP ile iç içe çalıştığına dair ise kanıtlar elde etmişti.

Yazar Çetin Altan da, İpekçi'nin ölümünden hemen sonra emekli Amiral Sezai Orkunt ile karşılaştığını söylüyor ve Amiral'in kendisine "Abdi, askerlerin arazide bazı sivillere kontrgerilla eğitimi verdiğini öğrenmiş. CIA şefi ile bunu konuşmuş. Ardından vuruldu. Halbuki Genelkurmay'ın haberi olmadan böyle talimler yaptırılmayacağım bilmesi lazımdı" dediğini aktarıyordu. Katliam hedefe ulaştı ve Alevi vatandaşların kanı üzerinden kurulan hakimiyet, önce 13 ilde sıkıyönetim ilan edilerek, 12 Eylül'de de "son darbe"yle generallerin, yani Kenan Evren ve arkadaşlarının eline geçti.

Bir kez daha hafıza tazelemekte yarar var; 12 Eylül darbesinin başarıyla gerçekleştiğini "merkez"e yani Washington'a haber veren CIA'nın Türkiye Temsilcisi Richard Perle "our boys did it" diyordu. Yani "Bizim çocuklar başardı." ABD Dışişleri Bakanı Muskie ise Türkiye'den aldığı bu "müjde"yi, dönemin ABD Başkanı Carter'a şu sözlerle iletiyordu:

"Mr President, Türk ordusunun komuta heyeti Ankara'da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimlerin müdahale etmesi gerekiyorsa onlar müdahale etti."

İşte Maraş katliamının siyasal zemini, stratejik ortakları ve hedefleri bunlardı. Böylece, Türkiye'de yeni bir düzen için ayarlar yapılmış, iktidarı ele geçiren iç ve dış güçler çıkarlarına uygun yeni bir toplumun inşası için her şeyi yerle bir etmişlerdi. Bugün ortaya çıkan bunca bilgi, MİT'in artık gün ışığına çıkan raporları, yani resmi belge ve bilgiler dahil bütün tanıklıklar bu dosyanın yeniden açılmasını gerektiriyor. 78'liler Girişimi, hazırladıkları "Maraş Dosyası"yla, katillerin ve azmettiricilerin yeniden yargılanabilmesini, hukuken olamasa da toplum vicdanında mahkum edilmelerini sağlamaya çalışıyor.

78'liler Girişimi: Katliamı Unutmadık!

Kahramanmaraş katliamının 28. yılında 78'liler Girişimi kanlı tarihin bir daha yaşanmaması amacıyla Maraş dosyasını yeniden açtığını ifade etti. Kahramanmaraş'ta yaşanan katliamın 28'inci yılında 78'liler Girişimi Taksim Gezi Park'ın da bir basın açıklaması yaparak, Maraş dosyasını tekrar açtığını belirtti. Demokratik Toplum Partisi (DTP), Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP), İnsan Hakları Derneği (İHD), Demokratik Alevi İnisiyatifi'nin de katıldığı açıklamada bir konuşma yapan 78'liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, Maraş katliamında yaşanan süreci anlatarak, 1991'de çıkan Terörle Mücadele Yasası'nda yapılan değişiklikle katliam sorumlularının hepsinin salıverildiğini, katliam dosyasının sessiz sedası kapatıldığını söyledi. Dosyanın bir daha hiç açılmadığını söyleyen Can, tarihe kara bir leke olarak geçen katliamın unutulmaya bırakıldığını ifade etti. Celalettin Can, "Bu kanlı tarihin bir daha yaşanmaması için 78'liler Girişimi olarak Maraş dosyasını yeniden açıyoruz" dedi.

DTP İstanbul İl Başkanı Doğan Erbaş'ta katliamların sorumlularını bulmaya yönelik çabaları anlamlı bulduğunu söyleyerek, Türkiye'nin Maraş katliamı ile yüzleşmemesi yüzünden Sivas'ta da buna benzer bir başka katliamın gerçekleştiğini ifade etti. Açıklamanın ardından Bilgi Edinme Yasası kapsamında İçişleri Bakanlığına katliamla ilgi mektup gönderildi.

Dönemin Emniyet Müdürü Abdülkadir Aksu

Dönemin bürokratları ve yöneticileri arasında en önemlisi Maraş Emniyet Müdürü'ydü. Günler önce hazırlığı yapılan, 4 gün boyunca da oluk oluk kan dökülen Maraş'ta, güvenlikten sorumlu en yetkili kişi, yani Emniyet Müdürü Abdülkadir Aksu'ydu. Olaylar sırasında İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan İrfan Özaydınlı ise istifa etti ve yerine Hasan Fehmi Güneş getirildi.

Ancak İrfan Özaydınlı, Maraş katliamının açığa çıkarılması için kurdurduğu özel bir ekibe yaptırdığı incelemede oldukça önemli bilgilere ulaştı. Bugüne dek gizli tutulan raporun bir bölümü Özgür Gündem gazetesinde yayınlandı. Katliamın planlamasını Türkeş'in dünürü MİT hukuk müşavirinin de içinde olduğu 4 MİT mensubu yapmıştı. Dolayısıyla dönemin CHP hükümeti MİT'e hakim olamamış ve katliamı ancak olduktan sonra araştırabilmişti.

Dönemin önemli aktörleri arasında AP İl Başkanı ve Kadıoğlu Çiftlikleri sahibi Faruk Kadıoğlu ile katliamın başlama vuruşunu yapan belediyenin Başkanı Ahmet Uncu da vardı.

Dava dosyası sessizce kapatıldı

22 Aralık 1978 günü başlayıp, yayılarak devam eden Alem yurttaşlara yönelik katliamda, 23.12.1978 Cumartesi günü Yörükselim, Madaralı, Serintepe, Yusuflar, Dumlupınar, Yenimahalle ve Sakarya mahalleleri ve şehrin ticaret merkezinde; 24.12.1978 Pazar günü İsadivanlı, Sakarya ve Namık Kemal mahallelerinde 24-25 Aralık 1978 günlerinde bu mahallelerde devam eden ayrıca köylerde tam bir kıyım yapıldı. Saldırganlar, dinamit lokumları, av tüfekleri, uzun namlulu silahlar, tabancalar, tahtalar, baltalar, balyozlar, zincirler, demir sopalar, tahta sopalar, kürekler, et satırları, benzin ve gaz bidonları ile oldukça donanımlı ve hazırlıklıydılar.

Günlerce devam eden katliamda 200'den fazla kişi öldürülürken, binlerce kişi yaralandı. Olaylardan sonra, Alevilerin yüzde 80'e ulaşan bir bölümü kenti terk etti.
Olay sanıklarının sıkıyönetim mahkemelerindeki yargılamaları 1991 yılına kadar sürdü. Sanık olarak yargılanan 804 kişiden 29'u hakkında idam, 7 kişi hakkında müebbet hapis, 7'si 15-24 yıl, 29'u 10-15 yıl, 259'u da 5-10 yıl, 26'sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezasına çarptırıldı. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düştü.

Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezalan dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanarak cezalan indirildi. Ardından mahkemenin karan Yargıtay tarafından bozulurken yeni yargılama sonucunda idam cezalan uygulanmadı. Haklarında ceza verilenlerin cezalan, Nisan 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle, ertelendi ve serbest bırakıldılar. Böylece kanlı olaylarla dolu Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu.

»Tepkiler

Maraş Katliamın yıldönümü dolayısıyla açıklama yapan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Başkanı Kazım Genç, 27 yıl önce gerçekleşen katliamın tüm Alevi katliamlarında kullanılan "dinin elden gittiği ve Alevilerin camilere saldırdığı" provokasyonuyla başladığını hatırlattı. Alevilerin "72 millete bir nazarla" baktığını vurgulayan Genç, "Aleviler hiç kimsenin inanç mekanlarına ve hele de, yüzlerce yıldır aynı topraklar üzerinde birlikte yaşadıkları Sünni yurttaşlarımızın inanç merkezleri olan Camilere olumsuz bir yaklaşımları söz konusu olmamıştır" dedi.

Dönemin Başbakanı'nın ölümünün ardından çekmecesinden "Katliam MİT'in içindeki MHP kanadı tarafından organize edildi" yönündeki bilgi notunu çıktığını hatırlatan Genç, bu notla somut gerçeklerin su yüzüne çıktığını vurguladı. Dev Maden Sen Genel Başkan Vekili Tayfun Görgün yaptığı açıklamada, katliamı unutmanın mümkün olmadığını belirterek, "0 dönemde görev alan siyasiler ve bürokratlar, bugün devletin önemli yerlerinde adeta ödüllendirilmiş gibi görevlerine devam ediyorlar. Katliamın sanığı olarak yargılanan birçok kişinin daha sonra milletvekili olarak ödüllendirildiğini hatırlamakta yarar var" dedi.

İKİNCİ BÖLÜM

"... ellerinde Alman tüfeği, mavzer, makineli tüfekler vardı. Kadınlarımızın memeleri kesildi. Altı aylık çocuğumuza kurşun sıkıldı. Kolları kesildi, kafaları ezildi. Kadınlarımızın hem ölüsüne hakaret ettiler, hem dirisine. Kocasının yanında yaptılar. Kocası dedi 'Allah'tan korkun'. Kocasını çektiler öldürdüler. Ardından kadını öldürdüler. 20 yaşında bir babayı oğluyla birlikte öldürdüler. Gözlerine şiş soktular insanların. Seyrantepe'de Kaşanlı (...)ün karısının ırzına geçip, kurşuna dizdiler. Daha sonra külotunu çıkarıp sokağa attılar. Kalaycı Şah İsmail'e de baltayla vurup beynini parçaladılar..."

Anlatılan bu vahşet, ne Hitler Almanyası'nda ne Pinoşe dönemi Şili'de yaşandı. Bu vahşetin yaşandığı yer Maraş, tarihi ise 1978'in aralık ayıydı. Üstelik bu anlatılanlar, yıllar boyu "gizli" kaydıyla devletin "karanlık" mahzenlerinde saklanan resmi bir raporun içerdiği tüyler ürpertici kayıtlardan sadece biriydi.

Dönemin Savcısı Dündar Saner'in hazırladığı ama geniş kitlelerden saklanan raporun içerdikleri, dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı'nın, Kahramanmaraş katliamının gün ışığına çıkarılması için kurduğu özel ekibin hazırladığı raporla da birebir örtüşüyordu. Ancak bu rapor da saklananlar arasında yerini almıştı. Raporu ele geçiren Gündem Dergisi'nin bazı bölümleri yayınlaması üzerine katliama ilişkin önemli bilgilerin bir kısmı daha kamuoyuna yansıyordu.

Yavaş yavaş birleşen parçalara göre; katliamın startı 18 Aralık'ta verilir. Olayların başlangıcından 15 gün önce, Çiçek sinemasının programında "Zeynel ile Veysel" adlı film varken, 16 Aralık'ta aniden "Güneş Ne zaman Doğacak" adlı film gösterime sokulur.

Bu filmin program dışı gösterime girmesinin nedenini resmi raporlar şöyle açıklar:
"18.12.1978 günü, ÜGD Maraş Şubesi İkinci Başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli'ye 'Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını' emretmiştir. Atılacak dinamitin Başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci Başkan Leblebici Ankara'ya hareket eder..."

ZANLI POLİS MEMURU
Patlamadan sonra bombayı atanı tanıyacağını belirten Cuma Avcı karakola getirilerek teşhis yapması istenir. Avcı polis memura Hasan Aydın'ı gösterir. Tanık Avcı iki kez yapılan teşhisin ikisinde de aynı polis memurunu göstermesine rağmen zabıt tutulmaz. Ancak, ısrar etmesi üzerine Emniyet Müdürü Kâmuran Korkmaz'ın emriyle teşhis zaptı düzenlenir.

Aynı rapor, katliamın organizatörlerini, günler önce başlayan hazırlığın bütün kanıtlarını da tek tek sıralar: "Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesinde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli ... isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş'a gittikleri öğrenilmiştir."

Rapordaki ilginç tespitlerden biri ise, katliamın bir gün öncesi ile son gününü içeren 19-25 Aralık tarihleri arasında Maraş'taki otellerde kalanların kayıtlardaki isimlerinin her seferinde mesleklerini farklı bildirmeleriydi. Dikkat çeken bir başka nokta da aynı günlerde Maraş'a, görülmedik fazlalıkta milli piyangocu akını olmasıydı. Oysa yapılan araştırmada bu kişilerin hiçbirinin bayii olmadığı ortaya çıkmıştı. Rapor bu durumu "olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır" cümleleriyle yorumluyor ve şunları ekliyordu:
"Milli piyangocuların Kahramanmaraş'a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşidi yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu."

ADETA TURİSTİK KENT GİBİ
Çiçek sinemasındaki patlama 1.perde, tetikçilerin belirledikleri merkezlere saldırıları 2. perdedir. Son perde ise 12 Eylül'e saklanmıştır. Tahrip gücü oldukça düşük patlayıcının atılmasından sonra sinemadaki bir grup ülkücünün "Bunu komünistler yaptı" sözleriyle kışkırtılan kalabalık, CHP, PTT gibi binalara saldırır.

20 Aralık'ta akşam saatlerinde Alevilerin yaşadığı Yeni Mahalle'deki Akın kıraathanesine patlayıcı madde atılır ve iki kişi yaralanır. Bir sonraki akşam ise Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar. Öğretmenlerin cenazesine katılmak üzere Maraş'a gidenler arasında Celal Beşiktepe de vardır.

Beşiktepe, "kılpayı kurtulduk" dediği o günü ve yaşadıklarını; Maraş'ın o günlerde adeta bir turizm kenti gibi bütün kahve ve otellerinin tıklım tıklım dolu olduğunun altını çizerek anlatıyor:
"O günlerde Harita Mühendisleri Odası Genel Başkanı olarak Elbistan'daydım. Elbistan'da bile müthiş bir gerilim vardı. Öğretmen arkadaşların cenazesine katılmak üzere Maraş'a iki arkadaşla gittik. Bir otelde zor bela oda bulduk. Her yer doluydu. Cenazenin kalkacağı sabah erken uyandık. Ekmek alıp bulduğumuz bir kahveye çay içmek için gittik. Ama oturacak yer yoktu, o kadar kalabalıktı. Görünümlerinden ülkücü oldukları anlaşılıyordu ama artık geri de dönemezdik. O sırada bir masadan kalktılar ve bize yer verdiler. Muhtemelen bizi de dışardan gelenlerden sandılar. Oturup çayımızı içtik ve hemen çıktık."

Camiye doğru yürürken, tam belediyenin önüne geldiklerinde bir anons yapılmaya başlanır: "Bütün milliyetçi kardeşler, hat boyuna! Bugün komünistlerle hesaplaşma günüdür!" Bunun üzerine tekrar otele döner ve ulaşılabilecek herkesi aramaya başlarlar. Milliyet gazetesine bıraktığı not, aynen yayınlanır. CHP İstanbul milletvekili Ali Nejat Ölçer de aradıkları arasındadır. Nitekim daha sonra soru önergesiyle olayı gruba getirip sorgulayan Ölçer de tatmin edici yanıtlar alamaz.

Öğretmenlerin cenazesi anonsla işaret verilen katliamın başlamasıyla kaldırılamaz ve askerler tarafından hastaneye götürülür. Beşiktepe ve arkadaşları kentten çıkmak üzere arabalarını sürerken, Vilayet binasının sarıldığını görürler:
"Görünüm gerçekten çok ilginçti. 1000 kişilik bir grup, ellerinde balta, kazma, kürek yürüyor ve sloganlar atıyordu. Bizi gördüler ve arabanın içini iyice incelediler. Ama akıllarına elimizdeki gazetelere bakmak gelmediği için, geçmemize izin verdiler. İlerlediğimizde Vilayet binasının askerlerce çevrili olduğunu, askerlerin de ülkücüler tarafından kuşatıldığını gördük. Ama askere müdahale emri verilmiyordu. "Zorlukla Pazarcık'a ulaşan Beşiktepe'yle aynı gün İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı da helikopterle Pazarcık'a gelir. Oradan Maraş'a geçen Bakan da vilayette mahsur kalanlar arasındadır. Vilayete sığınanlar arasında Vali'nin eşinden polis ve memur aileleri ile çoluk çocuk kaçabilen halkın sığındığı binadakilerin sayısı bazı kayıtlara göre 10 bine yakındır.

Saldırganlar binadakileri de ister. Kahramanmaraş Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü Işıklı tutanaklardaki ifadesinde "Saldırgan gruplar, tekbir getirerek 'Müslüman Türkiye' sloganıyla hükümet konağına saldırı düzenleyerek ele geçirmeye çalıştılar. Hükümet konağına sığınan bazı memurlar ve bunların aileleri ile bir kısım yurttaşın askeri araçlarla buradan alınarak şehir dışına nakledilmesini istediler. Askeri birlikle çatışan saldırganlardan 6 kişi yaralandı" diye anlatır.


Yurtaslan itiraf etmişti
"MARAŞ olayları sırasında, Kahramanmaraş ile genel merkez arasında sürekli telefon görüşmesi yapılıyordu. Buradan konuşanlar Şevket Çetin ve Burhan Kavuncu idi. Bu konuşmalarda Maraş'ta cihadın açıldığı, inşallah ülküdaşlarımızın başaracağı söyleniyordu." (MHP itirafçısı Ali Yurtaslan, 'İtiraflar' kitabı, sayfa:143)

Özaydınlı'nın raporundan
İçişleri Bakanı Özaydınlı'nın yaptırdığı incelemede tespit edilen telefon konuşmaları 'organizasyon'un boyutlarını ortaya koyar. 22 Aralık 1978 günü Maraş'ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi yapılır. Yapılan araştırmalarda Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut'u telefonla arayarak; 'Kahramanmaraş'tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun' der. Muhittin Turgut ise; 'Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz' karşılığını verir..

SAVCI DÜNDAR SANER'İN RAPORUNDAN

Vahşetin 'gizli' tanıkları anlatıyor
"..UZUN süreden beri tezgahlanan plan bu şekilde tatbikat safhasına konuldu. 14-15 yaşlarındaki çocuklar, 20-25 yaşında şartlandırılmış kişiler tarafından Yörükselim, Şeyhadil ve dünden itibaren sırayla Kümbet, Yeni Mahalle'ye sevk edilerek burada cinayetler işletilmiştir. Olayların başlangıcında 20 kişiye otopsi yapabilme imkanı bulduk. Bunlar uzun menzilli silahlarla öldürülmüş idi. Daha sonra gelen ceset fazlalığından değil otopsi, kimlik tespiti bile yapmaya imkân kalmamıştır. Nitekim çukurlar içerisinde, çatışma gerçeklesen mahallelerde, öğretmen evleri civarında üçer, dörder ceset bulunmaktadır.

Olayları bizzat yasayan bazı mağdurların vahşete dair hatırladıkları söyle:
"...mağdur Kemal Yıldız'ı bir tepeye çıkarttılar. İşin zevkine varmak ve nişancı olduklarını göstermek için önce bıraktılar,biraz uzaklaşınca arkasından
ateş ettiler.."
"...müfettiş Süleyman Metin'i öldürenler, karısının ve çocuklarının cesetin üzerine atılıp ağlamalarına el çırparak, kahkahalar atıyorlardı.."

"..öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı ellerinde,evlerimize saldırdılar, gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. 'Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP' diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı..."

".. Gazipaşa semtinde, iki kişi saldırganların elinden kurtularak, yakınında bulunan askeri birliğe sığınmış. Saldırganlar, bu iki kişiyi, askerlerin elinden alarak kurşuna dizdiler. Sağlık ocağında görevli iki yaralıyı da zorla dışarı çıkararak kurşuna dizdiler. Devlet Hastanesinin yolunu ve et-
rafını çeviren saldırganlar, hastaneye getirilen yaralılara silahla ateş ediyor,öldürüyorlardı. Yaralıları hastaneye taşıyan cankurtaranın şoförünü de silahla öldürdüler. Yüzleri maskeli bir grup, yurttaşların korkudan sığındıkları bir apartmanı yaylım ateşine tutarak bazılarını yaraladılar..."

"...babam kanlar içinde yerde yatıyordu. Saldırganlar, küçük kız kardeşim Hürriyet'in, babama sarılarak ağlamasıyla alay ederek gülüşüyorlardı. Sonra evin her tarafına gaz, benzin dökerek ateşe verdiler. Odalar ve salon alev alev yanıyordu. Babamın cesedini yanmaması için dışarı çıkarmaya çalışıyorduk. Saldırganlar ise 'Bırakın kafir yansın' diye bağırıyorlardı. Sonra cesedi ateşe doğru çektiler. Bizi de sopayla dövmeye başladılar...

"...kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu..."


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Hükümet konağında mahsur kalanlar arasında bulunan İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı bir "emekli orgeneral"di. Onun perspektifinden olaylar "solcuların tahrikleri" sonucu çıktığı gibi, güvenlik önlemleri ise ancak Türkeş'in "önerileri" çerçevesinde alınabilirdi.

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ise "Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır" diyordu ama "merkezi" karardan habersiz asker ve subayların, katliamı önlemeye çalışırken gördükleri, yaşadıkları Türkeş'in sözlerinin tam tersiydi.

Savcı Dündar Saner'in hazırladığı dosyaya geçen "kamu tanıkları"nın ifadelerine göre, olayda ne solcuların parmağı vardı, ne de ülkücüler güvenlik kuvvetlerine yardımcıydı.

Örneğin, hükümet binasını korumakla görevli askeri birliğin komutanı Yüzbaşı Mustafa Peker, 24 aralık gününü şu cümlelerle anlatıyordu:
"...Kıbrıs Meydanından vilayet binasına doğru 2000 kişinin üzerinde bir kalabalığın önünde ve yanında yürüyen bazı kişilerin pardösülerinin altında tabancalar olduğunu, topluluğun 'Kahrolsun komünistler, Müslüman Türkiye, din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanının kellesini istiyoruz' şeklinde sloganlar attığını.."

"Merkez"den aldıkları emirlerin rahatlığı ile Jandarma İl Alay Binasına bile saldıracak gücü bulan ülkücülerin cüreti ise görevli jandarma astsubay Ali Köşnek ve Ramazan Ünal'ın ifadeleriyle tutanaklara geçiyordu:

SUBAYLAR SİPERE YATIYOR
"Alay binasının etrafında bulunan eli sopalı, baltalı, silahlı şahısları yakalamaya başladıklarını, bundan sonra Alay binasına otomatik tüfeklerle hedef gözetmeksizin ateş edildiğini"

" 'Siper al' diye talimat verildiğini, bunun üzerine gizlendiğini, o sırada elinde fotoğraf makinesi olan bir kişinin kendisini görünce kaçarak yakındaki bir eve girdiğini, bu şahsı elinde fotoğraf makinesi, tabanca ve dinamit lokumu ile yakaladığını, bu şahsın kendisine gazeteci süsü verdiğini ve amacının Jandarma Alay Komutanlığı binasına dinamit koyarak hadise çıkarmak olduğunu..."

Ancak görevli asker ve subayların anlattıkları elbette bununla sınırlı değildi. Resmi görevlilerin ağzından, katliamın bütün dehşeti kayıtlara geçiyordu.

Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı 1 numaralı Askeri Mahkemesi'nde ifade veren Yüzbaşı Timur Şen, belediyeden yapılan anonsu da doğruluyordu:
"Gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, 'Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın' şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00'e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanına bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanının Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını..

Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesinden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, 'Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız' diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanına rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, 'Söyle biziz' dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu.."

ATEŞ ALTINDAKİ TABUR KOMUTANI
Jandarma Önyüzbaşı Günay Güneri ise saldırganların yakıp yıktığı mahallerden Yörükselim'de tanık olduğu vahşeti anlatırken, güvenlik görevlilerinin aczini de beraberinde anlatmış oluyordu:
"Bu sırada büyük bir grubun hemen aşağılarında ve Yörükselim Mahallesindeki evlere saldırdığını, içindeki insanları çıkarıp yaktıklarını görerek, erleri tepede bırakarak olay yerine yalnız gittiğini, orada bulunan piyade taburuna ait bir miktar erle beraber havaya ihtar atışı yaparak topluluğun üzerine yürüyüp 50 metre kadar gerilettiklerini; topluluğun hemen hemen hepsinin elinde sopa, demir, nacak gibi şeyler olduğunu; bu toplulukla uğraştığı sırada Yzb. Teoman Saraç'ı da bir kariyerin üzerine çıkmış toplulukları dağıtmaya çalışırken gördüğünü; kariyerlerin gelmesiyle topluluğun saldırılarının o bölgede durduğunu ve topluluğun başka bir yere gittiğini; öğle vakti yolların kapalı ve ateş altında olması nedeniyle, tabur arazisinden geçerek alaya geldiğini; alaya giderken Piyade Tabur Komutanı Bnb. Kemal Gündüz'ün ve yanındakilerin Yörükselim Mahallesinde ateş altında olduklarını, kendilerini gizleyecek birer siper seçtiklerini gördüğünü"

Piyade Yüzbaşı Sedat Kiper'in tanıklığı ise Yörükselim mahallesindeki kıyım tablosuna şunları ekliyordu: "Evlerin yanmakta olduğunu ve bazı sivil şahısların evlerini söndürmeye çalışmakta olduğunu, bir grup insanın toplu olarak kışlaya gelmekte olduklarını; mahallede yanan evlerin bahçelerinde cesetler gördüğünü; saat 19.00'a kadar mahallede görev yaptıklarını; itfaiyenin görev yapmasına engel olmak isteyen grupların olduğunu; dar bir sokak içinde yanmakta olan bir eve karşısındaki elektrik direğinin yatırılmış olduğunu ve bu evi yakanların direği kullanarak içeriye girmiş olduklarını; evin önünde yerde biri kadın ikisi erkek üç ceset olduğunu; bu yangını söndürdüklerini; bazı işyerlerinde büyük Türk bayraklarının asılı olduğunu..."

Saldırıların hız kesmesi ve amacına ulaşmasından sonra Maraş, Nazi dönemindeki Yahudi soykırımını gösteren karelerle tıpa tıp aynıydı. Alevi mahallelerine hâkim olan duman, barut ve is kokusuna, kan ve yanık ceset kokusu eşlik ediyordu. Birbiri üzerine yığılmış cesetler tanınmaz haldeydi. İnsanlık tarihine, tüyler ürperten bir vahşet, bir kıyım daha eklenmiş, ama kanlı ellerin asıl sahipleri bir kez daha ustaca yaptıkları "kamuflaj"la araziye uymuşlardı.

Mağdurların tüyler ürperten ifadeleri
"BENİ ATEŞİN ÜSTÜNE ATTILAR"

"Aşağıdan dunları yakarak evi ateşe verdiler. Taşlarla camları kırarak içeriye ateş ettiler, dinamit attılar. Şişelere gaz doldurup attılar. Evin içi yanmaya başladı. Dumandan duramaz hale geldik. Balkona çıkmak zorunda kaldık. O sırada damın üstünde bulunan Recep Esenceli, 'Gelin sizi kurtaracağım' diyerek Ali Bilmez'i ve beni elimizden tutarak damın üstüne çekti. Ali Bilmez, dama çıkar çıkmaz vuruldu. Ben de yaralandım ve tekrar balkona düştüm. O sırada saldırganlar, 'Siz kadınlar aşağıya inin, erkekleri öldüreceğiz' diye bize bağırdılar. Teyzem Fatma Bilmez; 'Kocamı da öldürdünüz, oğlumu da öldürdünüz, daha ne istiyorsunuz?' diyerek saçını başını yoluyordu. İçerideki ateş biraz sönmüştü, tekrar içeri girdik. O sırada, damda bulunan Hasan Ildırcan'ı da vurdular. Evin içine yine dinamit atmaya başladılar. Saldırı sabahtan akşama kadar devam etti. Mecburen balkona çıktım ve 'Teslim oluyoruz' diye bağırdım. Evde erkek olarak yalnız Hasan Bilmez sağ kalmıştı. Onu da silahla yaraladılar. Teyzem Fatma Bilmez ile Selda Bilmez, yaralı olan Hasan'ı dama çıkardılar. Saldırganlar pencereye demir direk dayadılar ve eve bir sürü saldırgan doldu. Birisi beni merdivenlerden, yanan odunların üstüne attı. Ağzım ve yüzüm yandı. Biri 'kız yanıyor' diyerek beni ateşten aldı.."

"YAVRULARIMI GÖSTERİN"
"Babam, bizi banyoya sokarak saklamaya çalışıyordu. Evin iç kapısını zorluyorlardı ki, babam kapıyı açtı. 'Tamam, ben sizinle geliyorum, çocuklarımı ellemeyin, ne yapacaksanız bana yapın' dedi. Babamın kollarından tutarak aralarına aldılar. Bize de, 'Anneniz var mı?' diye sordular, 'Yok' dedik. Bize dokunmadılar. Karşımızdaki komşumuz Gülizar bizi evlerine götürdü. 0 sırada saldırganlardan bir kısmı arkadan bize saldırdılar. Gülizar kapıyı zorla örttü. Pencereden baktık; evimizin önünde babamın alnı kan içindeydi. İki saldırganın arasında dışarıya çıkardılar. Babam, 'Yavrularımı, çocuklarımı gösterin' diye bağırıyordu. Dayanamadık ve balkona çıktık, babam bize bakıyor ve ağlıyordu. 0 sırada babamızın kolundan çekerek ileriye doğru götürdüler. Saldırganların hepsinin elinde gaz şişesi, sopa, torbalar, silah vardı. Biz Gülizar'ın evinde hep ağlıyorduk. Akşam karanlığı çöktüğünde babamızı aramaya çıktık. Evimizin 30 metre uzağında bulunan sokakta cesediyle karşılaştık. Göğsünden vurmuşlardı. Kafasının ve yüzünün yaraları daha kötüydü. Korkuyorduk, kaçarak askeri birliklere sığındık. Orası yaralı, çocuk ve kadınlarla doluydu. Babalarını, kardeşlerini ve evlerini kayıp etmişlerdi."

"ATEŞ EDİN KAÇIYOR"
"5. katta oturan annesini sırtına alarak aşağıya indiğini; o sırada çevreden, 'Komünist kaçıyor ateş edin' diye bağırdıklarını; üzerine ateş edilince bir römorkun altına girdiğini; o sırada kariyerlerin gittiğini ve kendisinin sırtında annesi ile kaldığını; yanındaki bir askerin, 'Dayı ben seni korurum' dediğini, fakat Cuma Sevim'in evinden ateş açılması sonucu askerin vurulduğunu, apartmanın etrafındaki komşuların hepsinin saldırıya katıldıklarını ve saldırganlara yardım ettiklerini..."

"OĞLUM KAZANDA YAKILMIŞTI"
"Oğlum Ali ile afet evlerine doğru kaçmaya başladık. Yolda bir saldırgan grup oğlum Ali'yi yakaladı. Ben Kahramanmaraş'a kaçtım. Öğleden sonra dayanamadım, oğlumu aramaya çıktım. Mahalleye geliyordum, Kalender Toklu ve Hüseyin Toklu'nun cesetlerini evlerinin önünde gördüm. Tüm aramalarıma rağmen oğlumu göremedim. Askerlere sığındım, olaydan dört gün sonra askerlerle birlikte oğlumu aramaya çıktık. Mahalleye geldiğimde oğlum Ali'nin cesedini, Dilber Yılmaz'ın evinin bodrum katında bulunan bir kazan içinde yakılmış bir vaziyette buldum.



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Hamit Fendoğulu'nun öldürülmesinden sonra, Başbakan Ecevit, bombaların Ülkü Ocaklarıyla ilişkisinden söz eder. Bunun üzerine Türkeş, Malatya benzeri olayların Erzurum ve Maraş'ta da çıkabileceğini söylemişti

Maraş Katliamını tezgahlayanların bu ilk planı değildir aslında. ABD'nin literatürümüze soktuğu bir deyişle "B" planıdır. Başarısızlığa uğrayan "A" planı ise, aralık ayından 8 ay kadar önce devreye sokulmuş, ancak umulan sonucu vermemiştir. 1978 nisanında, Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu'na gönderilen bombalı paketin tıpatıp aynısı Pazarcık CHP İlçe Başkanı Memiş Özdal'a da gönderilir. Özdal'ın şüphelenip almaması üzerine paketi açan PTT memurlarından biri ölür, diğeri de ağır yaralanır. Bombalarda kullanılan patlayıcıların Nükleer Araştırma Merkezi'nden alındığına dair bulgular üzerine başlatılan soruşturma sırasında Başbakan Ecevit, bombaların Ülkü Ocaklarıyla ilişkisinden söz eder. Bunun üzerine Türkeş, Malatya benzeri olayların Erzurum ve Kahramanmaraş'ta da çıkabileceğini söylemiştir. O günlerde, Türkeş'in yaptığı açıklamaların hemen ardından, hedef aldığı kişi ya da kuruma ilişkin bir saldırının "tesadüf" etmesi oldukça bildik bir ritüeldir. Nitekim Türkeş'in "kehanet"i bir kez daha gerçekleşmiş, Maraş yakılıp, yıkılmıştır. CHP Milletvekili Oğuz Söğüt'ün deyişiyle; bir soykırım olmuş ve Alevilerin yüzde 80'i kenti terk etmiştir.

Milletvekili Hüseyin Doğan ise "Bu, Alevi-Sünni çatışması da değildir. Bu planlı ve örgütlü bir faşist saldırıdır. Çevre illerden Maraş'a getirilen katil çetelerine belli hedefler gösterilerek, her şeyi hesaplanan bir plânla yürürlüğe konan bir faşist eylemdir.

Kin ekip, kan çiçeği büyütenlerin, direnme hakkından söz edip 'Milli direnme hakki doğmuştur' diye bildiri yayınlayanların eseridir. Maraş katliamı 'Müslüman Türkiye-Milliyetçi Türkiye, Allah için Cihad başına' sloganlarıyla kadın demeden, çocuk demeden vuranlar karşısında 'Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz' diyenlerden destek görenlerin eseridir..."

Doğan'ın sözleri belli ki o günlerde henüz kamuoyunca farkında olunmayan gerçeklerin bilinmesine dayanıyordu. "Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" diyen kişi "hep başbakan" Demirel'di.

"DEMİREL KEYİFLİ"

Olaylara manşetlerinden yer veren gazeteler ise, yalnız durumu aktarmıyor, katliamın arkasındaki kişi ve kurumların da ipuçlarını veriyordu. Israrla olayları bir çatışma, solcuları fail olarak gösterme çabası kısa sürede çökmüş basının verdiği haberlerin, resmi açıklamalarla taban tabana zıt olması "planlı bir organizasyon"un varlığını netleştirmişti.

Gazetelerin yer verdiği tanıklıklar, muhabirlerin bizzat yaşadığı dehşet, tarihe önemli kayıtlar olarak geçiyordu. Ama çarpıcı manşetler arasında Günaydın gazetesinin 28 aralık tarihli sayısı özel bir önem taşıyordu. Başlık şuydu: "Demirel keyifli. Yeniden başbakan olma umudu Demirel'i sevindirdi"

O kadar sevinmişti ki, yüzlerce insanın öldüğü katliam gecesi dansöz oynatarak eğlenmişti. Olaydan tam 25 yıl sonra Reha Mağden'in haberini manşetten veren Birgün bu gerçeği "Katliam gecesi dansöz oynattılar" cümlesiyle duyururken, Demirel ve yandaşlarının "resmi tarih" teki rolünün de altını bir kez daha çiziyordu.

Dönemin Başbakanı Ecevit ise, "Bazı gençler kamplarda soykırım ve katliam için yetiştirilmiştir. Bunlar devlet dışında bir devlet gücü oluşturmaya başlamışlardır" diyordu. TİP Genel Başkanı Behice Boran, "Faşist terör istediği yerde istediği gibi kol gezmektedir. Hükümet terör yuvalarının ve arkasındaki güçlerin üzerine cesaretle gitmeli ve sonuç almayı başarmalıdır. Hükümet güvenlik kuvvetlerini kesin olarak kendi emri altına almayı ve istihbarat örgütünü kendi emri ve kontrolü altına almayı başarmalıdır" diyerek Ecevit'i uyarıyordu.

'Denetim dışı bir örgütlenme var'
Katliamdan sonra görevden alınan İrfan Özaydınlı'nın yerine İçişleri Bakanlığı'na getirilen Hasan Fehmi Güneş, Maraş katliamının "örgütlü bir kalkışma" olduğunu belirterek, sorularımıza şu yanıtı verdi:
"Ben göreve gelir gelmez, Ankara'dan yetkili, güvenilir dedektiflerden oluşan bir ekiple araştırma yaptırdım. Olayların öncesi, sonrası ve olaylara karışan isimleri tek tek belirledim. Hazırladığımız bu raporları başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, genel kurmay, sıkıyönetim gibi ilgili makamlara ilettim."

Güneş, "bu araştırmada 'örgütlü kalkışma' diye tanımladığınız katliamı örgütleyenler kimdi? sorusuna "devlet içindeki örtülü bir örgütlenme" olduğunu, halen de devletin bu bölümünde "şeffaflık" olmadığı yanıtını verdi.

"Peki sözünü ettiğiniz yapının bir adı yok mu?" sorusunu ise "Söyleyebileceklerim bu kadar" diye yanıtlayan Güneş, Devlet içinde, siyasi iktidarın denetimi dışına çıkmış bir bölüm olduğunu ve bu işleyişin mutlaka şeffaf hale getirilmesi gerektiğini açıklamakla yetindi.

Katliamı dört MİT görevlisi planladı
CELALETİN CAN (*)
1960'h yıllar, dünyada ve Türkiye'de sol değerlerin yükseldiği yıllardı.

12 Mart darbesi, gelişen sol mücadeleyi kesintiye uğratsa da solun üzerinde geliştiği toplumsal mecraya nüfuz edemedi. İki yıllık bir 'sessizlik'ten sonra 1973 genel seçimlerinin ardından, toplumsal siyasi mücadele topraktan fişkırırcasına boy attı. 1973 genel seçimlerinin galibi Ecevit'in CHP'siydi. Gerçekte ise seçimin galibi, Ecevit'te sembolize olan halkın geleceğe dair umutlarıydı.

Halk, cumhuriyet tarihinde ilk kez geleceğe umutla bakmaya başlamış, kendi kaderini ele alma düşüncesiyle devlet sınıfından kaçmıştı. Mevcut düzeni de, Ecevit'i de çok aşan bir gelişmeydi bu...

CHP-MSP koalisyon hükümeti Başbakan Ecevit'in Türkiye'ye pahalıya patlayan siyasi hatası nedeniyle dağıldığında, yerine hemen 'Komünizme karşı Milliyetçi Cephe' adı altında, asıl işlevi, sol düşünceyi yok etmek olan bir hükümet kuruldu.

Yeni hükümetin konseptine göre MC'nin mimarı olan Demirel, bürokrasi ve meclisi; Alparslan Türkeş ise sokağı kontrol edecekti.

Faşistler artık hükümet ortağıydı.

Kamuoyuna da yansıyan belgelere göre, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Malatya, Maraş gibi Türkeş'in "Altın Hilal" diye adlandırdığı kent ve ilçelere de yayılmıştı toplumsal uyanış. Türkeş'e göre Altın Hilal, tarihsel ve kültürel olarak Türklüğün köklerini derinlere saldığı topraklardan müteşekkildi. 'Komonist' ideoloji ve Kızılbaşlar bu kökleri bozuyordu. Öze dönüş ve etnik temizlik şarttı.' Türklüğün ve Türk milliyetçiliğinin Anadolu'daki bekası da bir yerde buna bağlıydı.

Kapalı kapılar ardında alınan kararlar uyarınca bu 'temizlik' yapılacaktı. Asıl üzerinde durulan nokta, bu planın, sağ-sol çatışması biçiminde mi, Alevi-Sünni çelişkisi kullanılarak mı uygulanacağıydı. Bu topraklar, binlerce yıldır farklı mezheplerden kesimlerin iç içe yaşadığı, dinsel duyarlılıkları hassas topraklardı. Sonuçta Alevi-Sünni çelişkisinin körüklenmesi üzerinde karar kılındı.

En kapsamlı katliam Maraş'ta düzenlendi.
CIA ajanı Peck, katliamın arifesinde Maraş'taydı. Bu şaibeli adam, 1980 Çorum katliamında da görülecekti. Sonra bir daha kimse görmedi onu. Kısa bir süre içinde de 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Peck, kendisine verilen görevi hakkıyla(!) yerine getirmiş ve ortadan kaybolmuştu.

Ecevit'in özel arşivinden gün yüzüne çıkan yeni belgelere göre, katliamlarla ilgili tek derin bağ Peck değildi. 1975'te kurulan MC'nin başbakan yardımcılığına Türkeş getirilmiş, MİT ona bağlanmıştı. Bir süre sonra MİT, asıl görevinden kopacak, kontrgerilla ve MHP ile ortak bir çalışacaktı.

1978 Ocak'ında hükümet olan CHP, MİT'e bir türlü hakim olamayacaktı. Türkeş, Hukuk Müşavirliği, Psikolojik Savunma Başkanlığı; İstanbul, Ankara ve Diyarbakır Bölge Daire Başkanlıklarındaki yandaşları aracılığıyla MİT'i kontrol ediyordu.

Maraş katliamından aylar önce Türkeş; MİT'teki üst düzey ilişkileri aracılığıyla, MİT Güney bölgesini ele geçirmişti. MİT'in desteğini arkasına aldığından, Maraş olaylarını rahatlıkla düzenleyeceğinden artık emindi. Bölgeden merkezi hükümete istihbari bilgi akışı kesilecek, her şeyi sola bağlarken sağ ile ilgili masumane tasvirler çizen manipülatif bir bilgilendirmeyle hükümet 'uykuya yatırılarak' tezgahlanan plan uygulamaya konula çaktı.

Katliamının planlamasını, Türkeş'in dünürü de olan MİT Hukuk Müşaviri'nin içinde bulunduğu dört MİT mensubu yapmıştı. MİT'in katliamın içinde olması, sağlıklı istihbarat akışını engellerken, vahşete varan sonuçlara yol açtı.

MİT, bu rolünü sonrasında da sürdürdü. Faşistlerle ilgili raporlar mahkemelerden gizlenirken, sol gruplar hakkında gerçek dışı raporlar düzenlendi. Nitekim 12 Eylül darbesinden sonra Maraş Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Recep Haznedaroğlu, bu tek yanlı raporlara dayanarak katliamı tersine çevirip, işkenceyle sol bir gruba mal etmeyi deneyecekti. MİT raporlarının bu şekilde tanzim edilmesi, bizzat Türkeş'in talimatı ile olmuştu.

Hukuksuz yargıdan vicdani yargıya!
12 Eylül sonrasında Maraş olayları hakkında açılan davalar ise tam bir hukuk skandalıydı. Katliamın faili olarak 804 kişi yargılandı. Katliamda birinci dereceden rol oynayan 68 kişi ise hiç yakalanmadı. 379 kişi beraat etti. 1 ila 15 yıl arasında mahkumiyet cezası ile yargılanan 314 kişinin cezalarında önce 1/6 oranında indirim yapıldı, sonra hepsi mahkeme sürecinde salıverildi. 29 kişi hakkında verilen idam ve yedi kişi hakkında verilen müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından bozuldu. 1991'de çıkan Terörle Mücadele Yasası'nda yapılan değişiklikle de katliam sorumlularının hepsi salıverildi.

Böylece Maraş Katliamı dava dosyası sessiz sedasız kapatılmış oldu. Sonra da bu dosya hiç açılmadı.

Kim bilir, belki Maraş katliamı başta bizim kuşağımız olmak üzere, toplum olarak hepimizin yüzünü kızartıyor, vicdanımızı kanatıyor. Zayıflığımızla, güçsüzlüğümüzle, çaresizliğimizle yüzleşmekten korkuyoruz. Belki de bu yüzden kimsenin ulaşamayacağını düşündüğümüz derinliğimize gömdük Maraş katliamının izlerini... Nesneleştirdik, ona yabancılaştık.

Katliamı yapan partinin yıllar yılı Maraş'ta en güçlü parti olduğu, böylece 'en doğruyu bilir' halkımızın katliamcılığı ödüllendirdiği, katliamcılarla suç ortaklığı yaptığı gerçeğini değiştirmiyor. Katliamı örgütleyenlerden birinin basit bir soyadı değişikliği ile kendini unutturduğu, hatta halkın temsilcisi olarak TBMM'ne girdiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Katliamı kontrgerilla, dönemin MİT görevlileri ve MHP'nin ortaklaşa düzenlediğini pekala iyi bilen 'vicdanlı ve dürüst' Ecevit'in MHP'yi iktidara taşıdığı gerçeğini de değiştirmiyor.

Katliamın asıl kurmaylarına gelince... Darbe koşulları yaratmak için Türkiye'yi istikrarsızlaştırma siyaseti güden, darbeyi "kendi çocuklarına" yaptıran ABD'nin, simgesel olması bakımından CIA ajanı A. Peck'in, Türkeş'in, dönemin MİT yetkililerinin; bölgedeki AP'li ve MHP'li il başkanları ve yöneticilerinin, iş adamlarının, toprak sahiplerinin, eşrafın, Çatlı ve Kırcı başta olmak üzere Susurluk Çetesinin katliamdaki sorumluluklarının kamuoyunun gündemine gelmediği, sorgulanmadığı ve bir hesaplaşma yaşanmadığı açık.

78'lilerin Sorumluluğu
Peki bir hesaplaşma olmayacaksa adalet nasıl sağlanacak? Adalet yoksa, demokrasi ve özgürlük nasıl olacak? Bir daha aynı şeylerin yaşanmamasının mahşeri vicdanı nasıl kurulacak? Yaptırım olmayan bir suç, her daim işlenmeye açık değil mi yoksa?

Ve 2 Temmuz Sivas katliamı, aynı makus tarihin tekerrürü değilse ne?

Bu kanlı tarihin bir daha yaşanmaması için 78'liler Girişimi olarak Maraş dosyasını yeniden açıyoruz.Adalet için, hak ve hukuk için, özgürlük ve demokrasi için Maraş katliamının kamuoyunun gündemine getirmeyi 78'lilerin tarih önünde bir sorumluluğu olarak kabul ediyoruz.
(*)78'liler Girişimi Türkiye Sözcüsü



BEŞİNCİ BÖLÜM

İNCİ HEKİMOĞLU
Kararda, katliamı planlayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği ve MİSK gibi parti ve örgütler ile ETKO, Kontr-Gerilla gibi illegal örgütlerin adının geçmesine rağmen, mahkeme soruşturmanın genişletilmesine ilişkin talepleri reddetti

Avukat Nusret Senem, eksiklerle dolu soruşturma ve gizlenen bilgiler nedeniyle adaletin yerine gelmediğini söylerken, Ökkeş Kenger'in kendisini kullandıklarını söylediği kişilerin kimler olduğunun hiç sorulmadığına dikkat çekiyor

Dava 1979 yılının Haziran ayında başlar. Haftanın 5 günü yapılan duruşmalar, 8 Ağustos 1980 günü sonuçlanır. Yargılananlar arasında olan MHP milletvekili Mehmet Yusuf Özbaş'ın oğlu, avukat Edip Özbaş'ın tutuklanması ise yargıçların hedef olmasına neden olur. Saldırı Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazeteleri'nin 22 Nisan 1978 tarihli baskılarında geniş yer alır.

Tutuklama haberini alan MHP Milletvekili Özbaş ve yandaşları Adliye binasını basıp; I. Asliye Ceza Yargıcı Kazım Demirsu ve 2. Asliye Ceza Yargıcı Ertop Kanmaz'a saldırarak, "Sizi mahvedeceğim, pezevenkler..." diye küfreder. I. Asliye Ceza Yargıcı Kazım Demirsu, yediği yumruklar üzerine 5 günlük rapor alır. Saldırıya tanık olan Savcı Nuri Mimaroğlu şunları anlatır:
"Saat 08.40 sıralarıydı. Makam odamda, ceza hâkimlerimiz Kazim Demirsu ile Ertop Kanmaz arkadaşlar beni bekliyorlardı.. Odacı gelerek hakim beylerin beni makam odamda beklediklerini söyledi. Odaya girdiğimde her iki hakimlerimizin ayakta olduklarını, polis memuru ile MHP'li Milletvekilinin de içeride bulunduğunu gördüm. Milletvekilinin bana ilk sözü 'Pezevenk' oldu. Çeşitli hakaretler yağdırıyordu. Polisler milletvekilini dışarı çıkardılar.."

ÜÇ AVUKAT ÖLDÜRÜLDÜ
Saldırganların yargıyı işlevsiz kılmaya yönelik saldırıları bununla sınırlı kalmaz. Davanın müdahil avukatlarından Av. Ahmet Albay, Av. Ceyhun Can, Av. Halil Güllüoğlu peş peşe katledilirler.

Müdahil avukatlardan Nusret Senem, dava arkadaşı Güllüoğlu'nu şu cümlelerle tanımlar: "Adana'da herkesin, efendiliği ve bilgisi ile üzerinde saygı uyandırmış olan Av. Halil Sıtkı Güllüoğlu öldürüldü. Adana Kapalı Spor Salonunda süren duruşmalar sırasında, sanıklar tarafından linç edilmekten son anda kendi çabası ile kurtulmayı başaran Halil abi, evinin önünde, arabasına bindiği sırada, ülkücü saldırganların kurşunlarına hedef olarak yasama veda etti. Onu asla unutamam."

Bunca ağır bedel ödeyerek adaletin yerine gelmesi için uğraşan avukatlara rağmen, tetikçi ve faillerinin tümünün açığa çıkarıldığı, cezalandırıldığı söylenemez.

DOSYADAKİ ÖRGÜTLENME
Avukat Senem, sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında, devletin güvenlik görevlilerinin raporlarında, basının olaylara ilişkin haber ve fotoğraflarında, iddianame ve yargılamayı yapan Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi Gerekçeli Karar'nda, katliamı planlayıp uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği ve MİSK gibi yasal olarak kurulmuş parti ve örgütler ile ETKO, Kontr-Gerilla gibi illegal örgütlerin adının geçtiğini vurgulayarak, davaya ilişkin şu değerlendirmeleri yapar:
"Yapılan yargılamalar neticesinde MHP ve diğer ülkücü kuruluşlar hakkında suç duyuruları reddedildi. Sıkıyönetim Mahkemesi ortaya çıkan kanıtları görmezden geldi. Yeterli kanıt bulunmadığını ileri sürdü. Mahkeme, sanıkların olay tarihlerinde MHP'ye kayıtlı olduğu konusunda araştırma yapılması taleplerini reddettiği halde, 'sanıkların üye olduklarına dair dava dosyasında herhangi bir bilgi bulunmadığından; müdahil vekillerinin adı geçen parti hakkında C. Başsavcılığına başvurması konusunda istemlerinin reddine' karar verdi."

Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi'nde görülen davada yargılanan 804 kişinin 29'u ölüm cezasına, 7'si müebbet hapse; 7'si 15-24 yıl arasında, 29'u 10-15 Yıl 259'u da 5"10 yıl arasında, 26'sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası aldılar. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düştü. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanarak cezaları azaltıldı. Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı. Ve büyük kısmının Nisan 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle cezaları ertelendi ve serbest bırakıldılar.

Maraş dosyası hukuken kapansa da toplum vicdanında asla kapanmadı. "Topluma karşı işlenen suçlar" ve "insanlık suçu" olarak tanımlanıp, yeniden soruşturulması gereken olaylardan olan Maraş katliamının, cinayetlerin, faili meçhullerin hüküm sürdüğü bu düzende üzerimize düşen görevin tanımını ise; 10 Mart 2003 yılında yitirdiğimiz, yaşamını hukuka, adalete ve "insan hakları"na adamış, "Emil Abi"mize bırakarak sonlandıralım:
"Eğer insansanız, Hitlerleri, Himlerleri kıskandıracak Kahramanmaraş kıyımının yapıldığı bu ülkede şovenizmin karşısına dikileceksiniz..."

» AVUKAT NUSRET SENEM: "Güneş önce hesap versin"
Kahramanmaraş davasının müdahil avukatı Nusret Senem, Hasan Fehmi Güneş'i yalanlayarak, Güneş'in bütün ilgili kurumlara yolladığı ve dava dosyasında da bulunduğunu söylediği rapora ilişkin sorumuza "dosyada öyle bir rapor falan yok, Güneş de bu olayla ilgili hiçbir şey yapmadı" dedi.
Hükümet Konağı'na girmeye çalışanları askerlerin ateş açarak durdurduğu olaylar sırasında yaralanan 8 saldırgan olduğunu belirten Senem, bu saldırganların tedavi edildikleri hastaneden kaçtıklarına dikkat çekerek, katliamın önemli aktörlerinden Ökkeş Kenger'e ilişkin de şu bilgiyi verdi: "Ökkeş Kenger, yakalandıktan sonra Tugay Komutanı Tuğgeneral Mahmut Boğuşlu'ya ağlayarak 'beni kullandılar' dedi. Bu tutanaklarda var. Kimse sormadı, kimin kullandığını. Güneş önce bunların hesabını versin."

»İçişleri ve Adalet Bakanlığına sorular:
» Savcı Saner'in gizlenen raporunu açıklayın
» Özaydınlı'nın hazırlattığı raporu açıklayın
» Katliamı organize eden 4 MİT görevlisi kim?
» Katliamda yer alan ve hastaneden kaçan 8 kişi kim?
» Dönemin Maraş Emniyet Müdürü kimdi ve olaylardan sonra kendini nasıl savundu?
» Güneş'in devletin içinde yer aldığını söylediği "örtülü örgütlenme"nin bağlı olduğu makam neresi?
» Ökkeş Kenger'i kimler kullandı?
» Ünal Osmanağaoğlu hakkında Mamak katliamından soruşturma açıldı mı?
» Soruşturmada hangi sonuçlara ulaşıldı?
»"Kadrolu tetikçiler

Kahramanmaraş katliamının "ünlü" tetikçileri Haluk Kırcı ve Ünal Osmanağaoğlu'nun sanığı oldukları tek dava bu değildi. Osmanağaoğlu, Kemal Türkler davasından halen tutuksuz yargılansa da Haluk Kırcı ve arkadaşları ile 7 TİP'linin katledildiği Bahçelievler katliamı davasında 7 kez müebbet hapis cezasına mahkûm oldu. Türkler davasının müdahil avukatı Rasim Öz'ün verdiği bilgilere göre, halen Bandırma Cezaevinde bulunan Osmanağaoğlu'nun karıştığı bir başka katliam ise 3 kişinin öldüğü, 14 kişinin yaralandığı Mamak'ta belediye otobüsünün taranması olayı. Ancak "yaptığım araştırmalarda bu olayla ilgili hakkında dava açılmadığını ve zaman aşımına uğratıldığını öğrendim" diyen Rasim Öz, bununla ilgili bir soruşturma açılıp açılmadığını, açıldıysa nasıl sonuçlandığını ise bir türlü öğrenemediğini belirtiyor.


Cevapla

“Tarih” sayfasına dön