Mahkemenin tartışmalı dil

Beğendiğiniz veya eleştirdiğiniz yazılar
Cevapla
ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe
Mahkemenin tartışmalı dil

Mesaj gönderen ZAGROS » 23 Haz 2007 20:52

Şüphesiz Kürt sorunu modern Türkiye'nin en önemli politik sorunlarından birini oluşturuyor. Sorun 30 bin insanın ölümü ile sadece kanayan politik bir yara değil, aynı zamanda belediyelerden Büyük Millet Meclisi'ne kadar sistemin tüm tabakalarında hissedilen bir kriz oluşturuyor.



Kürtlerin varlığını inkar politikası üzerine kurulmuş Cumhuriyet'in eski politikası gerçi dökülmeye yüz tutmuş bir görüntü verse de, Demirel, Özal, Erdoğan ve diğer politikacıların dile getirdiği "Kürt realitesi" Türkiye'de hâlâ kabul edilmiş sayılmaz. En yeni örneği Danıştay 8. Daire'nin 14 Haziran 2007 tarihinde Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ve belediye meclisinin görevden alınması ile ilgili verdiği karar oluşturuyor. Yüksek Mahkeme, İçişleri Bakanı'nın vermiş olduğu kararı onaylayarak, belediye meclisinin Ekim 2006 tarihinde, kültür, sanat, çevre, şehir temizliği ve sağlık gibi belediye hizmetleri üzerine Türkçe yanında, diğer dillerde de bilgi vermeyi Anayasa'ya aykırı bulmuş ve başkan ve meclis üyelerini görevden almıştır. Söz konusu belediye yaptırdığı bir araştırma ile belediye sınırları içerisinde yaşayan vatandaşların günlük yaşamlarında %24 Türkçe, %72 Kürtçe, %1 Arapça, %3 Süryanice ve Ermenice konuştuğunu saptamış ve vatandaşların tümüne ulaşabilmek için, sağlık, çevre, vs. gibi konularda bu dillerde de bilgi vermeyi karara bağlamıştır. Gerçi Diyarbakır'da halkın çoğunluğunun Türkçe değil Kürtçe konuştuğunu görebilmek için bir araştırma gerekmese de, sayıların bilinmesi karar için gerekçe olmuştur.

İçişleri Bakanlığı bu kararı "politik bir karar" olarak nitelemiş ve anlaşıldığı kadarı ile Ceza Yasası'nın 222. maddesinin ihlalini tespit etmiştir. Yüksek Mahkeme son kararı ile bakanlığın bu görüşüne katılmakta kararın "Anayasa ve uluslararası sözleşmelerde belirlenen ve güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin kullanımını aşan, bu kuralların amacına ve öngörüsüne aykırı bir niteliğin oluştuğu" kanaatine varmış ve belediye başkanının görevden alınmasına ve meclisin feshine karar vermiştir. Danıştay'ın bu kararı şüphesiz Türkiye kanunlarının ve Anayasa'nın gerçeklerini yansıtmakta ve aynı zamanda Kürtçenin dil olarak sınırlarını göstermektedir. Yüksek Mahkeme'nin kararına saygılı olmak gerekse de, kararın sonuçları üzücü sonuçlar doğurmaktadır. Zira belediye başkanı ve meclis üyeleri iki ay sonra yenilenecek belediye seçimlerinde aday olamayacakları gibi, "suç" işledikleri için yargılanacaklardır.

Benzer soruşturma ve yargı sürecine Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de maruz kalmaktadır. Mahkemeye yansıyan bu soruşturmaların çoğu Kürtçenin kullanılması ile ilgilidir, 2006 ve 2007 yeni yıl kutlama kartlarında olduğu gibi. Türkçe, Kürtçe ve İngilizce "yeni yılınız kutlu olsun"dan başka bir şey içermeyen bu kutlama kartı, savcının harekete geçmesi için yetmiş ve soruşturma başlamıştır. İddianame için pek zaman harcamadığı görülen savcı sadece "Şüphelinin ... kutlama tebrikinde 'Sersela we piroz be' (Yeni yılınız kutlu olsun) şeklinde Kürtçe bir cümle kullanarak yeni yıl kutlaması yaptığı" tespit edilmiş ve Türk Ceza Kanunu'nun 222/1 maddesi "gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur" diyerek oldukça kısa kesilmiştir. Ceza Kanunu'nun bu maddesine biraz yakından bakmakta yarar vardır. Söz konusu Türk Ceza Kanunu'nun 222. maddesi 1920'li yıllardan gelmektedir. Arap alfabesinin terk edilip Türkçenin Latin alfabesi ile yazılmasına karar veren genç Cumhuriyet, yazılı iletişimde oldukça radikal bir karar almıştır. Toplumda hukuk ve din işlerini yürüten ve Arapçaya hakim olan ulema bu kararla sadece devlet içerisindeki konumundan yoksun bırakılmamış, aynı zamanda toplumun devletle iletişiminden dışlanmıştır. Birkaç ay içerisinde gerçekleştirilen kurslarla yeni "elitler" yetiştirilmeye çalışılmış ve Latin alfabesinin kullanılması zorunlu kılınmıştır. Bu maddede alfabe yanında şapkanın da zorunlu kılınması, "fes" ve benzeri kıyafetlerin camiler dışında yasaklanması kanun yapıcının amacını oldukça açık bir şekilde yansıtmaktadır. Bu madde ile ulema Türkiye toplumunda görünmez hale getirilmiştir.

Bu maddenin bugün Kürtçe iletişime karşı kullanılması hukuki açıdan oldukça şaşırtıcı olsa da, maddenin tarihi ve amacı ile örtüşmektedir. Türkiye'de Kürtçe için de Latin alfabesi kullanılmakta; fakat "î" ve "w" gibi Türkçe alfabede bulunmayan harfler de içermektedir. Söz konusu Ceza Kanunu maddesinin uygulanması hukuki açıdan bu harflerin kullanılmasına karşı öngörülmesi gerekmektedir. Savcı bu madde ile "suç" arasında bir ilişki kurma zahmetine bile girme gereği görmemiştir. Savcı için Belediye Başkanı Osman Baydemir "Kürtçe bir cümle kullanarak" yeni yıl kutlamış ve "suç" işlemiştir. Herhalde savcı yeni yıl kartında yazılı İngilizce "Happy new year" cümlesinde de "w" harfi olduğu için, konunun derinliğine inmek istememiş olabilir. Zira aynı harfin İngilizcede suç teşkil etmeyip, Kürtçede suç teşkil etmesi hukuk mantığı ve politik açıdan zorlayıcı olabilirdi.

İletişim dili olarak Kürtçe

Her neyse, benzer uygulamalar Kürtçe isimlere karşı da yaşandı ve yaşanmakta. Kürtçe isimlerin yazılmasında kullanılan bu harfler Türkiye'de hâlâ kabul edilmemekte ve aileler isimleri Türkçe alfabe ile yazmaya zorlanmaktadır. Son yıllarda giderek 222. madde gibi Ceza Kanunu maddelerininKürtçenin kullanılmasına karşı ele alınması konuyu politik açıdan önemli kılmaktadır. İnsan hakları savunucuları bu gelişmeyi Kürtçeye karşı yeni baskı unsuru olarak algılamaktadır. Gerçi seçim kampanyalarında Kürtçenin kullanılmasına karşı yürütülen soruşturmalar pek sonuç vermemiş, mahkemeler adayların seçmene ulaşabilmesi için yöresel dillerin kullanılmasını temel hak olarak nitelemiş ve suç unsuru görmemiştir. Yeni soruşturma ve açılan davalar Kürtçenin iletişim dili olarak kullanılmasını engellemek için politik bir iradenin devreye sokulduğu izlenimi uyandırmaktadır. Amaç herhalde Kürtçenin kurum ve dernekler arası ilişkilerde kullanılmasının önünü geçmektir. Korkulan herhalde toplumun %70'inden fazla bir kısmının Kürtçe konuştuğu Diyarbakır gibi şehirlerde Kürtçenin giderek normal bir iletişim aracı olmasıdır.

Meseleye biraz geniş baktığımızda Sur Belediye Meclisi ve benzer diğer belediyelerin aldığı Kürtçeyi iletişim aracı olarak kullanma kararının "politik bir boyutu" olduğu ve konunun dil sorununu aştığını görmemek saflık olur. Fakat yine de sorunun özünü Kürtçe dilinin iletişim aracı olarak kullanılıp kullanılmaması oluşturmaktadır. Belediye başkanları yayınladıkları basın açıklamasında sorunun özüne inmekte ve Kürtçeyi kullanmakta, "suç" teşkil etse de ısrar edeceklerini söylemektedir. Böylece Türkiye'de Kürt sorunu ile ilgili gerilimin ana hattı çizilmiş olmaktadır. Bu çizgi "Sersala we piroz be" gibi yeni yılınız kutlu olsun" anlamına gelen bir cümlenin kullanılması bölücülük ve böylece "suç" mu teşkil ettiği ile; veya bizim düşündüğümüz gibi Kürtçe, çoğunluğun Kürtlerden oluştuğu bir şehirde gayet normal bir iletişim aracı olduğu görüşlerini iki ayrı safa ayırmaktadır.

Bizim görüşümüzü destekleyen güçlü gerekçeler bulunmaktadır. Yalnız AB uyum sürecinde gerçekleştirilen reformların sonuçları değil, Anayasa'nın 26'ncı maddesinin değiştirilerek "Türkçe dışında diğer dillerin" de kullanılmasının önü açılarak yeni hukuki bir altyapı oluşmuştur. Bu reformlar Kürtçe dilini öğrenme ve bu dilde yayın hakkını da içermektedir. Eğer söz konusu bu reformların bir anlamı varsa, Kürtçenin Diyarbakır gibi bir şehirde kullanılması ile ölçülebilir reformların uygulanması. Kulak verilmesi gereken belediye başkanlarının da önemli gerekçeler öne sürdüklerini görüyoruz.

Türkiye Belediyeler Kanunu, tüm demokratik ülkelerde de olduğu gibi belediye yönetimini kişilerin belediye hizmetlerinden yararlanması için her türlü bilgi ve hizmetin verilmesi ile yükümlü kıldığı gibi, vatandaşların, sağlık, çevre, kültür, sanat vs. konularda karar sürecine katılmalarını ve hizmetlerden yararlanmalarını öngörmektedir. Belediye başkanları bu hizmetleri verebilmeleri için halkın çoğunluğu tarafından kullanılan Kürtçeyi kullanmak zorunda olduklarını söylemekte ve toplumun bir bölümünün Türkçeyi ya yetersiz konuştuğuna veya hiç konuşamadığına işaret etmektedir. Temizlik gibi önemli bir konuda toplumun bütün kesimlerine ulaşmak için Kürtçenin de kullanılması herhalde yararlı olacaktır. Kültürel çalışmalarda dilin daha da bir önem kazandığını vurgulamaya gerek yoktur sanıyoruz. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, ki Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nin kurucu üyelerinden olduğu göz önüne alınırsa, Avrupa Birliği temel haklar şartı ana dilin kullanılması ve bu dilde bilgi edinilmesini temel bir hak olarak görmekte ve bu hakka saygı duyulmasını şart koşmaktadır. Sonuç olarak artık Türkiye'de modern bir demokrasinin uygulamaya konulması için zamanın geldiğine ve bir kutlama kartı üzerine yazılmış her Kürtçe cümlede bir suç unsuru görmenin aşılması gerektiğine inanıyoruz. Şiddet ve terör ile ana dilde iletişim gibi temel hakların kullanılması arasında oldukça belirgin bir çizgi çizilmediği sürece, hakla hukuk belirsiz kalmaya devam edecektir. Kürt meselesinde ise çözüm, sadece ve sadece hak ve hukukun üstünlüğü ile mümkündür.

TÜRKİYE-AB KOMİSYONU KARMA PARLAMENTO EŞBAŞKANI

JOOST LAGENDIJK


sinan
Yüzbaşı
Yüzbaşı
Mesajlar:733
Kayıt:22 Ara 2006 23:53

Mesaj gönderen sinan » 26 Haz 2007 09:40

yaw bu bizim damadımız değil miydi yaw!!!!!!!!!!
Cevapla

“Köşe Yazıları” sayfasına dön