Ortak dil bulmalıyız

Ünlülerle yapılmış röportajlar
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
Ortak dil bulmalıyız

Mesaj gönderen Siyabend » 19 Oca 2007 22:14

41 yıllık istihbaratçı Öneş, "PKK'lı da bizim vatandaşımız. Eleştirmeli, özeleştiri yapmalı, ama doğruyu bulmalıyız. PKK, 3 bin militandan ibaret değil. Politikalarımız başarısız oldu" dedi

Belma Akçura

Emekli Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş'i geçen hafta düzenlenen Kürt konferansını izlerken ve dikkatli bir şekilde not alırken görenler önce biraz şaşırdı. Ancak, 41 yıl MİT'te çalışan Öneş, geçen yıl emekli olduktan sonra basında yer alan değişik yorumlarıyla zaten dikkati çekmeyi başarmıştı. Öneş, 1989'da MİT Diyarbakır Bölge başkanıydı. Körfez Savaşı döneminde Kürt göçlerini gördü. PKK tırmanışının yaşandığı yıllarda Van'dan Hakkâri'ye bölgede çalıştı. Kısaca, "Kürt sorunu"nu en iyi bilen uzmanlardan birisiydi. Milliyet'e konuşan Öneş, Kürt sorunu üzerine görüşleriyle yine dikkat çekecek yorumlarda bulundu.
Geçen hafta sonu Ankara'da düzenlenen Kürt konferansına katıldınız ve sürekli notlar aldınız. Sizce bu toplantıdan çıkan sonuç nedir?
Doğrusu bu derece seviyeli bir toplantı beklemiyordum. Katılımdaki farklı düşünceler zenginlikti. Talepler ve söylem slogana, simgeye dayanmadı. Orada bulunanlar, demokratik geleneği güçlü bir yapıdan gelmiş gibi, sorunu dayanışma içerisinde çözme ihtiyacını dile getirdiler. Kürt kimlikli taleplerde bir netleşme olmadı, ama şekillenen talep, ayrılıkçılıktan uzaklaşan, Türkiye'nin bütünlüğü içerisinde bir çözüm arayan bir zihniyeti önplana çıkardı.

YAŞAR KEMAL ÜSTADIN GERİLLA LAFI...
Konferansın sonunda yayımlanan bildirge sizce hayal mi, yoksa devletin de sıcak bakabileceği şekilde formüle edilmiş talepler mi var bu bildirgede?
Esasında hayal etmeden hiçbir şeye ulaşamaz, hiçbir proje üretemezsiniz. O nedenle ortaya çıkan hususları hayalci olarak görmemek gerekir. Örneğin, Yaşar Kemal üstadın kullandığı gerilla lafını ya da talepler konusunda ortaya çıkan, "Silahlı çatışmaların karşılıklı olarak acilen durdurulması" meselesi, ayrıca siyasal alanın önündeki tüm engellerin kaldırılması gibi başlıklar şüphesiz çok tartışılacaktır.
Özellikle devlet yapısı içerisinde tartışma yaratacaktır. Belki tepkiler de yaratacaktır. Ama bu taleplerde tartışılacak ya da benimsenmeyecek hususlar varsa, bunların da süreç içerisinde giderilebilir mi bakmak gerekiyor. Olaya hayal olarak bakılmaması gerektiğini vurgulamaya çalıştım, ama tabi ki çözüm ancak reel politikalarla olur.

BU SORUN GÜNLERİMİZİ RÜYALARIMIZI ALDI
Bu toplantı gibi arayışlar sürerken, resmi söylemde hâlâ "Kürt sorunu değil, terör sorunu, Güneydoğu sorunu vardır" deniliyor...
Adına ister Kürt sorunu, ister Güneydoğu sorunu deyin, ne derseniz deyin; bir sorunumuz var, ama çözemiyoruz... Ve bu sorunu Cumhuriyet tarihi içerisinde incelersek, 80 yıllık bir sorun var olduğuna ve tartışıldığına göre ve bu sorun bizim sınırlarımızı aşarak uluslararası bir boyut kazandığına göre, demek ki çözülmemiş ve bugüne kadar uygulanan politikalar başarısız olmuştur.
Bu durumda devletin yeni politikalara ihtiyacının olmadığını söylemek mümkün değil. Bakın, Kürt sorunu bizim mesleğe girişimizden itibaren en önemli konumuz oldu. Milli Güvenlik Kurullarında daima birinci mesele olarak karşımıza çıktı. Her günümüzü aldı; gecemizi, gündüzümüzü, rüyalarımızı aldı... Şimdi istediğiniz kadar başka adlar takın, sorun ortada. Kendini Kürt kimlikli kabul eden geniş bir kitle ortada. Bu geniş kitle içerisinde bunu bu şekilde ifade eden, isimlendiren insanlar ve talepler ortada.

KÜRT SORUNUNDA DEĞİŞMEDİM, GELİŞTİM...
Kürt sorunu rüyalarımızı aldı dediniz. Daha önce de Kürt meselesine böyle mi bakıyordunuz? Yoksa değiştiniz mi?
Değişme değil, gelişme diyelim buna. Kendi çizgim içerisinde eskiden de çok farklı düşündüğümü söyleyemem. Ben şunu vurgulamak isterim. 1989'da MİT Diyarbakır Bölge Başkanı idim. Körfez Savaşı dönemi göçleri yaşadım.
PKK tırmanışının yaşandığı yıllarda Van'dan Hakkâri'ye kadar olan bölge sorumluluk sahamızda olduğu için de bu bölgeyi gezme, tanıma imkânı buldum. İkincisi PKK terörü tırmanmış, tehdit olma vasfını ortaya koymuş ve acılar ortada iken Türkiye'nin her yerine cenazeler gidip gelirken, ben Diyarbakır'da koruma almadan da gezebildim, yürüyebildim ve bütün bölgeyi gezdim. Bu bütünlüğü kimsenin bozamayacağına ben şahsen tanık oldum. Kuzey Iraklı Kürtlerin Türkiye'ye göçü ve yaşadıkları felaketler ve bizim halkımızın Türk-Kürt ayrımı yapmadan onlara verdiği desteği orada gözlerimle gördüm.

DAĞDA ÖLEN PKK'LI DA BİZİM VATANDAŞIMIZ
Ama, devlet, Kürt halkı ile kendi arasına o dönemde mesafe koymadı mı? Diyarbakır cezaevinde yaşananlardan, bölge halkının maruz kaldığı uygulamalardan vicdanen rahatsızlık duymadınız mı?
Tarihsel Kürt sorununun sonucu olarak ortaya çıkan PKK terörünü ortadan kaldırabilme konusundaki yaklaşımımız demek ki yeterli olmamış. Geçmişte yapılan hataları ortadan kaldırmak durumundayız. Bir defa ölen askerimiz bizim vatandaşımız, ölen dağdaki PKK'lı bizim vatandaşımız, bizim kardeşimiz. Kimliği ne olursa olsun, -kendisine terörist diyelim, başka şekilde adlandıralım- bizim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşımız. O zaman, her ölüm, ne olursa olsun acı duyulan bir olay. Öylesine kanlı bir ortamda üzülmemek, ürkmemek mümkün değil. Olay tabi ki bir sistem işi. Bir sistemin uygulamasının sonucu. Yanlış işleyen bir sistem varsa, bu sistem sonunda bu acılar ortaya çıkıyor. Onun için zaten bu barış konferansı gibi talepler ortaya çıkıyor.

BEKLE-GÖR ANLAYIŞI TERK EDİLMELİ
Gereken dersler alınıyor mu?
Geçmişten mutlaka ders alacağız. Mutlaka eleştireceğiz, özeleştiri yapacağız, ama ortak dil yaratarak, o çerçevede konuşup, o çerçevede eleştirip, yani mağduriyet üzerinden bir sonuca varma alışkanlığını terk edip, doğruyu bulmaya çalışacağız. Bunu başarabilecek miyiz? Demokratik yapısını güçlendiren ve hukukun üstünlüğü ile şekillenen Türkiye'de bu irade var.
Bu irade gelişecek. Bu konuda geriye dönüş mümkün değil, çünkü toplum bunu istiyor. Temennimiz, bu çözümün gecikmemesi. Artık bekle gör anlayışının terk edilerek çözüm iradesinin ortaya konulabilmesi ve bu iradenin şekillendirdiği politikaların hayata geçirilebilmesi, toplumsal taleplerle devletin bütünleşmesi lazım.

3 BİN MİLİTANDAN İBARET DEĞİL Kİ SORUN
Sizce bugün Türkiye PKK konusunda nasıl bir gerçekle karşı karşıya?
PKK Türkiye'nin realitesi... Tarihsel Kürt sorununun yarattığı bir sonuç. Biz terör örgütü, terörist olarak ifade ediyoruz. Nasıl ifade edersek edelim, ortadan kaldırılması gereken bir realite var. Bu ideolojinin dayandığı bir kitlesel taban var. PKK, Irak'taki 3 bin militandan ibaret değil. Türkiye dağlarında sayıları azalmasına rağmen, binlerle ifade edebileceğimiz militandan ibaret değil PKK.
22 senelik bir mücadele nesilleri değiştirdi. Ve bu insanlar bugün Türk siyasetinde etkili olabilecek bir yaşa geldi, oy hakkına sahip oldu. Onların siyasal talepleri var ve bu örgütün etkilediği legal, hukuki, meşru olarak muhatap aldığımız yapılar var. Bunlar belediyelerinden sivil toplum kuruluşlarına kadar yayılıyor.
Ayrıca yurtdışında örgütlenmeleri var. Böyle bir gerçekle karşı karşıyayız. Irak'taki silahlı gücü ortadan kaldırdığın zaman PKK sorunu bitmiyor. Olay, silahlı gücün ortadan kalkmasından sonra da devam edecek olan sorunları da ortadan kaldırabilmek, çözümleyebilmek ve demokratik hayatın meşru, hukuki zeminleri içerisine çekebilmek. Bütün olay bu...

Türkiye'nin partisi demeli

Etnik unsurların siyaset sürecine katılmasındaki kriterler neye dayanmalıdır?
Etnik unsurların, siyasal örgütlenmelerini, bu etnik esasa dayandırmadan Türkiye bütünselliğine yansıtmaları gerekiyor. 'Ben Türkiye'nin partisiyim' demesi lazım. Özellikle Kürtlerin dikkat etmesi gereken husus bu. Zaten güvensizlik buradan kaynaklanıyor. Kürt tarafının netleşmesi gerekiyor.
Zedelenen güvenin tamir edilmesi gerekiyor. ABD ile bütünleşen bir Kuzey Irak'ın Türkiye'ye yönelik bir politika üretimi de olacaktır. O açıdan PKK olayına yaklaşırken, bunu sadece Öcalan meselesi olarak ortaya koymamak lazım. PKK'nın doğru ya da yanlış, ama söylem olarak ortaya çıkarttığı, "Türkiye bütünlüğü içindeki çözüm" ifadelerini önemsiyorum.

Çözümsüzlük bünyeyi sıkar

Sizce Kürt sorunu Türkiye'nin en öncelikli sorunlarından biri midir?
Türkiye'nin siyasal istikrarının sağlanması, ekonomik gelişmesi bakımından önemlidir. Hele hele şimdi Ortadoğu'da, Kuzey Irak'ta gelişme kaydeden olaylar karşısında, bizim bünyesel sorunumuzu, kendi irademizle çözmemiz ve güçlenmemiz konusu hayati bir öneme haizdir. Bunu yapmazsak, iç bünyesindeki riskler ve bölünmüşlük, Türkiye'nin ekonomik, sosyal, siyasal hayatına her zaman yeni darbeler vurur.
Devletin elinde her zaman formüller, planlamalar var, ama bugüne kadar bu yapılan planlamalardan Kürt sorununa ilişkin istediğimiz neticeyi alamadığımızı herkes gördü ve herkes biliyor.

Partiler üstü adım gerekli

Peki devlet bunu gördü mü?
Devletin görmemesi mümkün değil. Ama önemli olan görünen bu duruma karşı çözüm iradesini kararlılıkla ortaya çıkartıp uygulayabilmek. 'Türkiye Barışını Arıyor' konferansında barış isteği ortaya çıkarken, ciddi bir sorunumuzun olduğunu da gösteriyordu. İlgili kurumların buna duyarsız kalmaması gerekir, diye düşünüyorum.

Kürt sorununun çözümü için gerekli en önemli adım sizce nedir?
Bu sorunun çözülebilmesi için partiler üstü bir adımın atılabilmesi, bir kararlılığın gösterilebilmesi, belki iktidardan gidebilme kararlılığının da gösterilebilmesi lazım. Bunun için yeterli gayret gösterilemedi. İrade, söz ve beyanlar değildir. Kürt sorununun çözümünde kuşkusuz ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlar var, ama yüzde 60 psikolojik bir sorun. Çünkü burada taraflar ve oluşmuş talepler ve çatışmalar var. Şimdi böylesi bir ortamda bu psikolojik vasatı yenebilecek ciddi bir organizasyona ihtiyaç var

Temsil edilmeli

Yüzde 10 seçim barajı kalkmalı mı? Kürtlere parlamentoda temsil hakkı verilmeli mi?
Demokrasinin temel kuralı temsil hakkıdır. Temsil hakkında adaletin sağlanması olayıdır. Olaya böyle bakınca Kürt vatandaşlarının temsil hakkı vardır, olmalıdır. Bu eşit ve adil bir şekilde sandığa yansımalıdır. Siyasi mücadelede yerini alabilmelidir.

Yakışmadı

"Mehmet Uzun ve Orhan Doğan'ın konuşmaları hakkında önceden tedbir alınması olayı tabii ki toplantının havasına yakışmadı. Onu açıklıkla ifade edebiliriz. Hukuk devleti kuralları ile de uyumlu değil, hukuken izahı mümkün değil. Orada çok açık bir toplantı oldu."


Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Emre Taner, teşkilatın 80'inci kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklamayla gündeme damgasını vurdu. Taner açıklamasında; iki kutuplu dünyanın çöküşünün herkesi nasıl hazırlıksız yakaladığını hatırlatarak, Türkiye'nin kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da 'bekle gör- tavır al' taktiğiyle sınırlama lüksüne sahip olmadığını söyledi. Eski MİT Müşteşar Yardımcısı Cevat Öneş ile mülakatımızın ikinci bölümünde bu kez Emre Taner'in açıklamalarını ve Irak raporunu nasıl 'okumak' gerektiği üzerine konuştuk.

MİT Müşteşarı Taner'in, "Sadece savunma politikası kabul edilemez bir davranıştır" sözlerini nasıl okumak gerekiyor?
Sayın Taner'in bu sözlerini herhangi bir gruba, kuruma veya herhangi bir siyasi vasata yönelik açıklama olarak algılamak yanlış. Bu sözler, günümüzün şartlarına, geleceğe dönük istihbarat ihtiyacına vurgu yapıyor. Bu, zamanında çözümleyici politikaların oluşturularak hayata geçirilmesi, risklerin azaltılması ve ortadan kaldırılması, çağımızın yeni gelişmelere uyum sağlayabilme arayışı meselesidir.
Nitelikli, yüksek analiz yapısına sahip olma ve bir istihbarat teşkilatında olması gereken perde arkasını görebilme, değerlendirebilme yeteneğini kazanma arayışı da diyebiliriz. Ben şahsen açıklamada bunu gördüm.

Bu açıklamalardan, 'Ulus devlet tehdit altında' yorumu çıkar mı?
Bence olay, sınırlarımız dışında bize yönelen tehditler karşısında dikkatli olma, zamanında tedbir alma ve çözümleyici politikalar oluşturma meselesidir. Olayı, silahlı harekete bağlamak doğru bakış açısı olmaz. Dolayısıyla ben bu açıklamayı, 'Bizim devletimiz şu an yakın bir tehdit içindedir. Parçalanma gibi bir tehditle karşı karşıyadır' gibi algılamadım.
Küreselleşme şartlar içinde gelişmelere ayak uyduramayan, bütünlüğünü bozan ulus devletler tehdit altında. Bakın komşumuz Irak parçalandı. Peki Afganistan'a ne oldu? Sudan, Somali'de yaşananlar nedir? Yugoslavya nerede? Kendi içinde toplumsal bütünlüğünü sağlayamayan, gelişmelere ayak uyduramayan ulus-devletler risk altındadır. Sayın Emre Taner'in konuşmasının bütünlüğü budur.
İrtica, yargı sistemi içinde kontrol altında tutulmalı

MİT Müsteşarı'nın açıklamasında farklı bir dil kendini belli ediyor. Resmi metinlerde sıkça görülen irtica, bölücülük gibi iç tehditlere yer verilmemesi eleştirildi. Sizce neden yoktu?
Açıklamanın bütünü, soruna, stratejik açıdan, stratejik tehditler kapsamında bakıyor. Onun için bugüne kadar alışılagelmiş iç güvenlik yaklaşımından bakılan bir yaklaşım değil. Yoksa, irticayı Türkiye için bir tehdit, tehlike olarak algılamadığından değil.

Biliyorsunuz, irticayı en önemli iç tehdit olarak algılayan kesimler de var. Bugün irtica gibi kavramların yeri nedir?
Tehditleri, çok dar kalıplar içerisinde almamak ve tehditleri olağan yapısı dışına çıkartmamak gerekir. Bölücülük, şeriat, mezhep çatışmaları elbette birer tehdit, ama bunlar sosyal, ekonomik ve sosyal politik kültürel bir vasatın da sonuçları. Bu konuların geniş bir güvenlik perspektifi içerisinde ele alınması ve demokratik ülkelerde olduğu gibi işleyen bir yargı sisteminin içerisinde kontrol altında tutulması gerekir.
ABD'nin politikası Irak'ta etnik çatışmayı körüklüyor

Irak'ın etnik ve mezhep yapısına göre parçalanması, Kerkük'te etnik temizliğe girişilmesi gibi gelişmeler Türkiye'yi nasıl etkiler?
Bunlar, Irak'taki iç çatışmaları arttırıcı, bölge ülkelerinin müdahalesini geliştirici ve yeni sıcak olayları başlatıcı bir durum yarattı, yaratmaya devam ediyor. Türkiye bakımından olayın önemi burada. Bizim güneyimizde federe yapıya kavuşan bir Irak Kürdistanı doğdu. Bunun dışında ABD'nin son Irak stratejisi ise Irak'taki sorunu, sıcak çatışmayı çözümleyici bir açılım ortaya çıkarmadı. ABD'de Demokratlar, Cumhuriyetçiler, Türkiye'de geniş kesimler, bunu sorunu çözümlemeyen yeni bir gelişme olarak değerlendirdi.
Irak'a yeni asker gönderilmesi, sadece Bağdat çevresinin güvenliğinin sağlanması ise gerek Saddam'ın idamı, gerekse son yapılan idamlar, etnik çatışmayı körükleyici bir tavrın ortadan kalkmadığını, hatta etnik çatışmalara devamlılık kazandırıcı bir vasatın oluştuğunu gösteriyor. Tabii ki bu olaylar Türkiye'yi de rahatsız etmekte, İran ile Suriye'ye yönelik açıklamalar da Türkiye'nin coğrafi konumu sebebiyle rahatsızlığı artırmaktadır.

Kerkük'ün Kürtleştirilmesi girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kuzey Iraklılar, Kerkük'ü Kürtleştirerek, etnik temizlik yaparak, burayı Kuzey Irak Kürt devletinin başkenti yapmak istiyorlar. Etnik temizlik yaparak böylesine bir gelişmeyi ortaya çıkarmaları, Irak'ta ciddi sorunlar ortaya çıkaracağı için, bu, Türkiye'nin önemli konularından biri. Otoritenin kullanılamadığı, devlet birliğinin kurulamadığı, yabancı müdahalelerle yeni riskleri ortaya çıkartan bir bölge karşısında Türkiye muhtemel gelişmeler karşısında her zaman hassas ve hazırlıklıdır.
Türkiye, silahı en son çare olarak algılar

MİT Müsteşarı Taner'in ifadelerini 'hemen müdahale' gibi anlayanlar oldu.
Emre Taner'in ifade ettiği hususu, sadece Kuzey Irak ve Kerkük ile bağlantılı olarak anlamamak, Türkiye'nin silahlı bir hareket yapacağı şeklinde ortaya koymamak lazım. Açıklamaların bütününe bakarsanız; gelişmeleri okuyabilmek ve muhtemel gelişmeler karşısında yeni stratejiler, yeni taktikler, yeni politikalar üretmek ve o politikaları zamanında uygulayabilmekten söz ediliyor. Silahlı hareket bu tedbirlerden birisidir, ama Türkiye'nin, koşulları içinde en son başvurması gereken bir olaydır.

Üst kimliğimiz yurtsever vatandaşlık

MİT'in Kürt sorununa bakışı değişti mi? Teşkilatın, Kürt sorununun çözümüne ilişkin bir politikası var mı?
MİT, devletimizin en önemli kurumlarından biri. Bir kurumu devletin genel yapısından ayırt edemeyiz. Kendi içinde başarılı olsa, değişime açık olsa dahi genel politikalardan etkilenmemesi mümkün değil. Ayrıca, MİT gibi kurumların bir politikası olmaz. Devletin Kürt politikası vardır. Herhangi bir kurumun kendine göre bir politika oluşturması doğru değil. Ama bir realite var: Kurumsal yapılarda bu politikaların uygulanmasında farklı nüanslar olabiliyor. Olmaması gerekiyor tabii ki... Bu da siyasi iradenin oluşumuyla bağlantılı bir olay. Siyasi iradenin bir politikayı hayata geçirmesi konusundaki kararlılığı, kurumsal yapıları bağlar.

Boşluklar doldurulur
Siyasi iradenin gösterilememesinin nedeni olarak askeri işaret edenler var...
Her kurumsal yapının kendisine göre bir payı, sorumluluğu vardır, ama, siyaseti oluşturan sivil iradedir, iktidardır, hükümetlerdir. Bu irade oluşmamışsa, boşluklar doldurulur. Siyasi irade, politikayı şekillendirir, uygulamayı yönlendirir. Temennimiz, bu yapının kurulması.

Alt-üst kimlik tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Alt-üst kimlik değil, kimlikler... Buna ister yok deyin, isterse var deyin, ama var... Kendini, farklı kimliği ile ifade eden, kendi kimliği ile mutlu olan insanlar var, ama, "Ben Türkiyelim" diyen de, "Türküm" diyen de var. Anayasal vatandaşlık ve yurtseverlik kavramını şekillendiren bir anlayış, Türkiye'yi bütünleştirecek, demokratik hayatımızı zenginleştirecektir. Kimliklerden kastımız bu.
Bizim, artık, yurtseverlik vatandaşlığımız üst kimliğimiz. Yoksa bunu Türkün, Kürdün üstünlüğü, farklı bir etnik yapının üstünlüğü meselesi olarak görmemek lazım. Kimliklerimiz ne olursa olsun ama, anayasal yurttaşlık kavramı çerçevesinde bütünleşebilmek çok kolay bir iş değil. Ama bu talepler o değişimi yaratacaktır ve gelişmeler de onu gösteriyor zaten.

Etnik politika doğru değil
Etnik temele dayalı politikanın üretilmemesi gerekiyor. İşte, bu yüzden de kendisini taraf olarak gören Kürtlere burada çok önemli bir sorumluluk düşüyor. 20 seneyi aşan bir terör süreci ve bu süre içerisinde bir örgütsel yapının kazandırdığı siyasallaşan bir kimlik yapısı var.
PKK'nın yarattığı tehdidin verdiği acıları, yaşattığı travmayı görmemek mümkün değil. Ama karşı taraf da, doğru ya da yanlış devlet baskısından bahsediyor, işkenceden bahsediyor. Bunlar da bir realite. Politika üretirken tüm sebepleri masanın üzerine koyacaksınız.

Müdahale ile bataklığa girilir

Ne olursa, Türkiye Kuzey Irak'a müdahale eder? Zaman zaman, "gerekirse gireriz" deniliyor. Yani bam teli neresi? Türkiye ne olursa girer?
Onu şimdiden söylemek mümkün değil. Şimdiden ifade edilmesi doğru olmaz. Her zaman yanıltıcı olur. Bölgeki gelişmeler ve ABD ile ilişkilerle bağlantılı bir olay. Reel politika ve çıkarlar bu konuda slogancı davranışı reddeder. Ama şunu söyleyebiliriz: Türkiye her zaman, dün olduğu gibi, bugün de silahlı hareketi daima en son başlatmayı düşünen bir tavır içinde olmuştur. Savaş kolay değil, gireceğiniz yer Ortadoğu bataklığı.

ABD, Kürtleri satmıştır, satar

ABD Türkiye'nin hassasiyetlerini ağırdan alıyor. Ortadoğu'daki Kürtlerin ABD için önemi ne?
Sorun petrol olduğuna göre... Amerika Kürtleri kaç defa satmıştır... Daha, çok satabilir. Şu anda öyle bir şey yok, çünkü, ABD Kürtlere ihtiyaç duyuyor. ABD, Kerkük petrollerini istiyor. Onu, Kürtlere de, Şiilere de vermek istemez. Onu federal bir yapı, merkezi bir yapı içerisinde alabilir. Türkiye, kendi bünyesinde güçlü olduğu sürece Irak'ın şekillendirilmesinde etkili olabilir.

Amerika petrol için bölüyor

Irak gittikçe parçalanıyor, neden?
Irak, Ortadoğu'da çatışmaların bitmemesi için parçalanmış, etnik temele ayrılmıştır. Niçin? Demokratik bir yapının oluşması istenmediğine göre, nasıl çatıştırabilirsiniz? Etnik yapıları siyasallaştırarak çatıştırabilirsiniz. Menfaat çalışmalarını o şekilde körükleyebilirsiniz. Bölüştürerek ve çatıştırarak zayıflaştırıyorsunuz. Zayıf gruplar, sonradan kurulmuş, vesayet altına altına alınmış devletçikler, işgal edenin, çatıştıranın himayesine girmek durumundadır. Irak'ta yapılan da bu. Amerika bu petrolü kullanmak istiyor. Onun için ne yapacak, çatışmalar devam edecek.

Türkiye Irak'ta barışı istemeli

Yani, siz ABD'nin bölgenin demokratikleşmesiyle, barışla ilgili bir politikasının olmadığını mı söylüyorsunuz?
Evet... ABD'nin barışla, demokrasiyle ilgili bir talebi yok. Bundan sonra da olmayacak. Ama, Türkiye'nin bu talebinin olması gerekir. Bu talep, Türkiye'nin gücünü artıracaktır. ABD, Irak'ı kitlesel imha silahlarına sahip olduğu için işgal etmedi. Irak işgali Saddam'dan kaynaklanan bir tehdit de değil. Zaten bunun böyle olmadığı kanıtlandı.
O zaman olay nedir? Olay, dünyadaki petrol reverzlerinin miktarı, ABD'nin ve gelişmiş ülkelerin sanayi üretimleri için ihtiyaç duydukları enerji kaynaklarına yeterince sahip olamayışları... ABD'nin, sahip olduğu enerji üretiminden daha fazlasını tüketiyor olması... Amerika, mevcut çarklarını ancak bu tüketimle döndürebilir.

Olay sadece PKK sorunu değil

Türkiye bu 'kavgadan' nasıl sakınacak?
Türkiye, bölgede çatışmadan, sınırlarında barışı koruyarak ABD ile ilişkilerini sürdürmek durumunda. Nasıl sürdürecek? ABD'nin İran'a, Suriye'ye yönelişi var. Türkiye bunu dengelemek zorunda. Olay artık sadece Türkmen, Kerkük, PKK sorunu değildir. Irak sorunudur, bölge sorunudur. Küresel bir sorundur.
O nedenle, barışçıl temel hedeflerini unutmamalıdır. Türkiye, kendi iç dinamiklerini, ülke çıkarları istikametinde bütünleştirebilmeli. Bu gücü kazandıktan sonra silaha ihtiyaç duymadan, barışçıl politikaları ile bölgeyi etkileyebilir. Ancak bu anlayış içerisinde ABD, Rusya, Çin ile masaya oturduğunda daha güçlü olabilir.

Öneş kimdir?
Cevat Öneş 1942 doğumlu. İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra MİT'e girdi. Yurtiçinde ve yurtdışında pek çok önemli görevde bulundu, 1989 - 1991 yılları arasında Diyarbakır Bölge Başkanlığı yaptı.
Sönmez Köksal'ın MİT Müsteşarlığı'na gelmesinin ardından Psikolojik İstihbarat Başkanlığı görevine getirildi. Köksal'ın yönetiminde MİT'in sivilleşmesi sürecinin aktörlerinden biri oldu.
En kıdemli "Başkan" olarak bazı dönemler Köksal'a vekâlet etti. Şenkal Atasagun'un müsteşarlığı döneminde bir süre Personel Başkanlığı yaptı. 2000'de İstihbarattan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı'na terfi etti. O dönemde Operasyondan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı ise bugünkü müsteşar Emre Taner'di. Öneş, 2005'te 64 yaşında emekli oldu.


sinan
Yüzbaşı
Yüzbaşı
Mesajlar:733
Kayıt:22 Ara 2006 23:53

Mesaj gönderen sinan » 23 Oca 2007 11:00

yayında ve yapımda emeği geçenlere teşekkür ederek bunu yorumlamaya başlamk isterim.bir yerde barışın olabilmesi için gerekli tek şeyyetişmiş kelle sayısıdır.yapılması düşünülen çözümler hep kısa vadede barışı yakalama hülyalarıyla süsleniyor.bence yanlış olan da bu;barış uzun vadeli politikaların sonuçu olabilecek bir şeydir.bunun için insanlara ayrımcılıktan uzak, yeni nesilleri kuru milliyetçilik söylemleriyle değilde çalışmaya paylaşmaya üretmeye dönük yetiştirerek simgelere mahkum olmayan bir türkiye yaratabiliriz.tabi bunlar bir yüz yüzelli yıllık politikalr la olabilir.takdir edersiniz ki bozmak kolay yapmak zordur.saygılar.
Cevapla

“Röportajlar” sayfasına dön