M. Ali Alabora: ‘Kürt meselesi sulhla çözülebilir&

Ünlülerle yapılmış röportajlar
Cevapla
ANTER
Üstteğmen
Üstteğmen
Mesajlar:283
Kayıt:18 Oca 2007 15:31
M. Ali Alabora: ‘Kürt meselesi sulhla çözülebilir&

Mesaj gönderen ANTER » 14 Nis 2007 15:51

M. Ali Alabora: ‘Kürt meselesi sulhla çözülebilir’
AYDIN ORAK- ANF

İSTANBUL: Bugünlerde yeni açılan “Garajistanbul” gösteri sanatların merkezi olacağını söyleyen ve yönetim kurulunda yer alan M. Ali Alabora, oynadığı politik film “Eve Dönüş”ün yanı sıra birçok filmde rol almış. Irkçılığa karşı duruşu, savaşlara karşı alanlarda eylemlere katılan Alabora, “Başkasının üzerinde tahakküm kurduğunuz an siz özgür değilsiniz. O yüzden Amerika da özgür değildir” diyor. Dengbêjlerin onu çok ilgilendirdiğini, Türkiye’de oyun ve anlatım kültürünün yapı taşlarından bir tanesinin de dengbêjler olduğunu söyleyen oyuncu ırkçılıkla ilgili, “bazen insanlar farkında olmadan yaptıkları işlerin yada söyledikleri lafların veya attıkları manşetlerin altında sinsice ırkçılık dolaşıyor” diyor. Mütevazi ve aktif duruşuyla Kürt sorunuyla ilgili ilk bildiride 150 aydın ve sanatçının arasında imzası olan ve hala Kürt Sorunuyla ilgili aydınların yaptıkları toplantılara katılmaya çalıştığını söyleyen Alabora, “Kürt meselesi sulhla çözülebilebilir, Kürtler de bunun barışla olması gerektiğini söylüyorlar” diyor. Oyuncu M. Ali Alabora’yla sanat, özgürlük ve toplumsal-politik durumu konuştuk.


Tiyatro dünyasından gelen bir oyuncu ve oyuncu koçusunuz. Şuan tiyatro anlamında ve alanında nasıl bir aktivite içindesiniz?

Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde sahne hocasıyım. Öğrencilerim var. Aynı zamanda da Türkiye’nin şu anda gösteri sanatlar alanındaki en büyük projelerinden biri olan “garajistanbul”un da yönetim kurulundayım. Garajistanbul performansı, dansı, tiyatroyu, müziği, edebiyat okumalarını barındıran, çağdaş gösteri sanatlarının yeni adresi olan çok büyük bir organizma. Beş aylık programı bitmiş durumda. Seneye de bir yıllık programı sezon başında bitmiş olacak. Daha önce bir buçuk yıl kadar İstanbul Şehir Tiyatroları’nda konuk oyuncu olarak oynamıştım. Çok keyifliydi. Ama şuan garajistanbul var. Bunun kendisi zaten yeterli bir mesaidir benim için.

Garajistanbul bildiğimiz bir garajda inşa edildi? Gösteri sanatlarda nasıl bir duruş ve nasıl bir sanatsal çizgisi olacak?

Garajistanbul bir buluşma noktası. Bir muhabbet alanıdır. Bu muhabbet alanı sadece sanatçılar için değil aynı zamanda oraya katılan seyirciler açısından da bir muhabbet alanı. Garajistanbul, faklı disiplinlerden faklı sanatçıların bir araya gelmelerini amaçlayan bir yapı. Aynı zamanda faklı kültürlerden, faklı coğrafyalardan, faklı seyircilerin de bir araya gelmelerini sağlayan bir yapı. Bu anlamda öncelikle İstanbul’un Anadolu’dan kaynaklanan birikimini ortaya koymaya çalışan, bunu kendi vasıtasıyla dışarı taşımaya oradan gelenleri de kendisi üzerine buraya taşımaya çalışan, Pera geleneğinden beslenen bir alan; bir boş alan. Herşeyden önce bir garaj. Bir otomobil garajı. Nasıl ki otomobiller garajların içinde hiyerarşilerine motor göçlerine, modellerine, plakalarına bakılmaksızın, yan yana dururlar. Garajistanbul’da da insanlar yan yana dururlar.




Resim

Yani şunu mu anlamak gerekiyor; Ermenice, Azerice, Kürtçe v.s yanyana mı olacak?

Bu sanatçıların kendi tasaruflarıdır. Ama şu kadarcık zaman içerisinde garajistanbul’da 5. Sokak Tiyatrosu’nun oyunu “Aşura”yı ve Kardeş Türküler konserini düşünürsek; Aşura’da 13 ayrı Anadolu dilinde türkü okunuyor. Kardeş Türküler de zaten malumunuz, onlarda Anadolu’daki dillerle türküler söylüyorlar. Yani garajistanbul bizim değil. Bizler sadece kurucu ve yürütücüleriyiz. Bir Diyarbakır’lının olduğu kadar bir Hollanda’lı, bir İstanbul’lunundur da aynı zamanda. Elli üç tane bireysel destekçimiz, bize 5’er bin YTL vererek destek verdiler. Bu 53 destekçinin isimleri ömür boyunca garajistanbul’un durarında yer alacak, destekçilerin sayılarını 100’e çıkarmayı hedefliyoruz. 40’a yakın bize hem ayni hem nakdi destek sağlamış kurum var. Aynı zamanda Hollanda’da dört kentin (Amsterdam, Roterdam, Utrecht, Den Haag), kültürlerarası dialog projesi olan “cosmopolis” kapsamında “cosmoplistanbul” adıyla resmi kültür merkeziyiz.

Faklı bir yöne kaydıralım sobetimizi; eylemci bir aktivist olan M. Ali Alabora için “Özgürlük” nedir diye bir soru sorsak...

Bunlar kavramsal sorular. “Özgürlük” bir sorumluluk ifade ediyor bir kere. Özgürlük kişinin kendisindeki sorumluluk, özgürlüğün sorumluluğunu almayı ifade ediyor herşeyden önce. Biz özgürlüğü hep ezilmişler üzerinden okuruz. Oysa hakim üzerinden, hakimin de bir özgürlüğü var ve o özgürlüğün sorumluluğunu alırsa özgür olur. O yüzden Amerika özgür değildir mesela. Başkasının üzerinde tahakküm kurduğunuz an siz özgür değilsiniz. Özgürlülüğün sorumluluğunu almanız gerekiyor. Tahakküm uygulayan biri özgür olamaz. Özgürlük çok geniş bir kavram, çok uzun üzerinde düşünmek lazım. Ve kimileri de dünyada özgürlüklerini kazanmak durumunda kalıyorlar. Özgürlükleri için mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Onlar da o özgürlüğü hakkettikleri yada kazandıkları zaman onun sorumluluğunu üstlenmek gerekecek, çok önemli bir görevi üstleniyorlar.

Birçok eylemliğe katıldınız ve M. Ali Alabora, tepki verilmesi gereken ne varsa hemen hemen hepsine verdi yada vermeye çalışıyor. Kişisel olarak derdiniz ne, yani ensenizi yakan şey ne? Sanatçı olarak...

Her sanatçı benim gibi davranmak zorunda değil. Sanatçının ön koşulu böyle davranmak değildir. Ben sanatçı olduğum için böyle davranmıyorum. Muhasebeci, aşçı yada bir eczacı da olsam böyle davranırdım. Yani sanatçının bir itfaiye gibi her yangına gitmesi gerektiğine inanmıyorum. O çok kişisel, kişinin kendisini ilgilendiren, kendi varoluşunu rahatsız ettiği itibaren itiraz ettiği bir noktadır. Başka bir iş yapıyor olsaydım da; beni rahatsız ettiği müddetçe böyle şeylerle uğraşırdım. Dolayısıyla beni rahatsız eden kısım tamamen benim kişiliğimi, varlığımı, varoluşumu rahatsız ettiği için, bütün bu olaylar, yok yere yapılan savaşlar, yada Türkiye’de olan haksızlıklar yada başka meseleler... Bugün dünya ikiye ayrılmış durumda; Bir, bu dünyanın böyle devam etmesini isteyenler, birde başka bir dünya mümkün diyenler. Yani bu dünyanın böyle devam etmesini istemeyenler. Bu dünyanın böyle devam etmesini istemeyenler arasında sadece devrimciler yok. Bunların içinde; İslamcılar, Protestanlar, Eşcinseller, Troçkistler, Yahudiler, Çevreciler, kimi Liberaller de var. Dolayısıyla o tarafta yer almak, başka bir dünyanın mümkün olduğu tarafta yer almak...

Türkiye sanatsal olarak nereye gidiyor? Siz hem “Maskeli 5’ler” gibi gişe filmleri, hemde “Eve Dönüş” gibi politik ve sanatsal düzeyi yüksek yapımlarda yer aldınız. Bu iki unsuru nasıl değerlendiriyor ve nasıl yorumluyorsunuz? Sanatsal çizgi olarak bir zıtlık, bir çelişki yok mu bu noktada?

Bütün filmler kendi ihtiyaçları olduğu kadar gişeye oynarlar. İkincisi de kendim gayet politik bir adamım, yaptığım işlerinde politik olması gerekmiyor. Ben her işin politik olması gereken yada yaptığı her işte politik unsurların olması gerektiğine inanan biri değilim. Bu anlamda baktığınız zaman ikisi de bir film. İkisi de aynı insanlarla yapılıyor. “Maskeli Beşler” ve ona yakın olan filmlerle, sanatsal filmlerin setlerinde çalışanlar aynı insanlardır. Setçileri, ışıkları falan aynı. Bu işlerde hepimizi birbirimize bağlayan durumlar var. Kendinizi bütün bu olup bitenin dışına çekip, soyutlamamıza imkan yok. Dolayısıyla ikisi de iş. Benim işim yani. “Maskeli Beşler”de de oynamak, “Eve Dönüş”te de oynamak benim işim. Sinema oyuncunun birebir entellektüel bir yaratımı olan bir iş değildir yani. En nihayetinde yönetmenin entellektüel bir birikiminin sonucudur. Tabi ki bu her filmde de oynayacağım anlamına gelmez.

Diyarbakır’a gidişinizde Dengbêjler ile ilgili bir açıklamanız olmuştu; “Türkiye’de oyun kültürünün yapı taşları dengbêjlerdir”...

Evet. Türkiye’de oyun ve anlatım kültürünün yapı taşlarından bir tanesi de dengbêjlerdir. Diyarbakır’da kör-ama bir dengbêj olan Dengbêj Ali’yi dinledim. Dengbêjler beni çok ilgilendirir. Özellikle Mehmed Uzun’un “Dengbêjlerim” adlı kitabı, bu arada Mehmed Uzun’a sizin vasıtanızla geçmiş olsun diyorum. Dengbêj meselesi Anadolu’nun kendi değerleriyle ilgili, Anadolu’daki oyun ve anlatı değeri ile ilgili çok mühim bir mesele olduğunu düşünüyorum. Tek başına denbêj değil tabi. Bir tarafta Dionisos Şenliği, bir tarfta Meddah, bir tarafta Çatalhöyük. Bütün bunlar Anadolu’nun oyun geleneğiyle ilgili önemli meselelerdir. Dünyanın bütün gösteri biçimleri tiyatro olarak adlandırılmış; Japon tiyatrosu, Geleneksel Türk Tiyatrosu. Aslında bunların hiçbiri tiyatro değil. Yani Avrupa’nın tiyatroya yakın bulduğu için bu tanımı kullanmıştır. Birleştirici olanın oyun olduğunu düşünüyorum. Dengbêjde o cevhere sahip önemli bir kişidir. Dengbêj oyun kurar, anlatır, insanı oyuna dahil eder. Bu Anadolu’nun coğrafyasında böyledir. “Dondurmam Gaymak” filmindeki insanlarda bir oyun kurar ve onları oyuna katar. Normal hayatlarında da bunu yaparlar. Dengbêj de onu başka coğrafyada, başka dilde, başka türlü yapar.



En nefret ettiğiniz şeyin ırkçılık olduğunu söylemiştiniz. Sizce ırkçılığa karşı ne yapmak lazım?

Evet, dünyada en sevmediğim şeyin ırkçılık olduğu doğru. Nefret sözcüğü de bana ırkçılığı çağrıştırdığından, onu kullanmayı bile istemiyorum. Irkçılık çok sinsi bir bakış açısı. O kadar sinsi ki ırkçılık, bir çok şeyin altına farkında olmadan saklanan bir şey olabiliyor. Irkçılığa karşı çok kurnaz, çok uyanık olmak gerekiyor. Çok tetikte olmak ve çok iyi düşünmek gerekir. Irkçılığa karşı Anadolu’yu hatırlatmak gerekiyor. Kendi birikimini hatırlatmak gerekiyor. Kendi yaşam kültürünü anlatmak gerekiyor, galiba. Bütünüyle düşünmek, bir Türklük meselesi üstünden bakmamak lazım. Onun için Anadolu demeyi tercih ediyorum. Yani tam anlamıyla hiçkimsenin, hiçbir zaman olmamış bir coğrafyadan söz ediyorum. Ama aslında herkesin olmuş bir coğrafya. Aslında Anadolu’nun kendi toprağı bozuluyor ırkçılıkla.

Irkçılığın sonucu Hrant Dink’in öldürülmesi...

Tabiki, Hran Dink’in öldürülmesinde işte o sinsi, aşağıdan devam eden, birçok mesajın altında örtük olarak duran, bazen aleni duran ırkçılık var aslında. Yani bazen insanlar farkında olmadan yaptıkları işlerin yada söyledikleri lafların veya attıkları manşetlerin altında sinsice dolaşıyor ırkçılık. Bir gün bir yere çıkıp, bir çocuğun eline bir silah verip, bir masum adamın öldrülmesine sebep oluyor. Çok dehşetli ve şeytani birşey bu ırkçılık.

Savaş karşıtı kimliğinizle de hep gündemdesiniz. Özellikle Amerika’nın Irak işgalinde hep alanlardaydınız, bugün ülkemizde özellikle Güneydoğu’da bir çatışma ortamı var, hala gerila ve asker cenazeleri geliyor. Bu durumda da bir savaş sözkonusu, sizce bu savaşa karşı sanatçının tavrı ne olmalı?

Kürt meselesi ile ilgili ilk yayınlanan bildiri de, ilk ateşkes için 150 aydın ve sanatçının arasında benimde imzam vardı. Bu sene içinde Kürt meselesiyle ilgili aydınlar arasında uzun toplantılar oldu. Hala da devam ediyor. Bugünlerde de bir toplantı daha olacak. Türkiye’deki bu mesele çözülmeden bu ırkçılık meseleleri de çözülmez. Ama iş giderek başka anlamlarda zorlanmaya, yeni kapalı topluluklar yaratmaya başlama tehlikesi söz konusu. Tabiki Türkiye’deki Kürt meselesi, Kürtlerle ilgili mesele haline getirilmeye çalışılan mesele, önemlidir. Bende çoğu zaman çoğu şeyin altına ya imza attım yada birşeyler yapmaya çalışıyorum. Ve hala çoğu insan bunun üzerine çalışıyor. Bunun artık sulhla çözülmesi gereken birşeyin olmasında da bir çok aydın mutabık. Birçok kesimle hemfikir bu konuda. Kürtler de bunun barışla olması gerektiğini söylüyorlar, istediklerini söylüyorlar. Yani önemli ölçüde başka türlü duyarlılığa ihtiyacımız var ve bu başka türlü duyarlılığa da şiddetle ve çok çabuk ihtiyacımız var. Kürt meselesi de ancak bu duyarlılık sonucunda çözülebilir. Aslında sorduğunuz bütün sorular da birbirine bağlanmış olacak.

Tam bu noktada sanatçının rolü ne olmalı?

Sanatçı beni ilgilendirmez. Beni insanların rolü ilgilendirir. Eczacı, garson v.s’nin rolü ilgilendirir beni. Aktör, sanatçı ve yazar da onlardan bir tanesidir. Böyle bir görevi yoktur yani. Artık çağımız kahramanlık çağı değil. Yani biri kahramanlık yapsın da birileri onun arkasından gitsin, zamanı değil.

Sanatın rolü...

Sanatın rolü de kendisidir. Bir müzik dinlediğiniz zaman aklınıza devrim yapmak mı gelir. Güzel bir resme baktığınız zaman, onunla birleştiğiniz an, onunla seviştiğiniz an önemlidir. Bu tıpkı sevişmek gibi, insan çocuk yapmak için sevişmez. Çocuk olmasa da sevişmenin kendisi değerli ve güzel bir şeydir. Sanat eseriyle o anki sevişmenizin değeridir. Sanat eserini sanat eseri yapan şey onun içinde yüzdüğünüz andır. Bu bir heykel, resim, şiir, oyun v.s olabilir. Sanatçı olarak değil, insan olarak bunu yapmam gerektiğini söylüyorum. Bunu tiyatrocu olduğum için yapmıyorum. Öyle olması gerektiği için yapıyorum.

ANF


ZAGROS
Moderator
Moderator
Mesajlar:9466
Kayıt:28 Şub 2007 22:02
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Koç
Takım:Fenerbahçe

Mesaj gönderen ZAGROS » 16 Nis 2007 11:34

ÇOK DOĞRU DEMİŞ SANATÇIMIZI TEBRİK ETMEK GEREK FAKAT DOĞRUYU SÖYLEYENİ YEDİ KÖYDEN KOVARLAR
Cevapla

“Röportajlar” sayfasına dön