
“Kürt Sorunu”nun sadece Türkiye’nin sorunu değil, bir dünya sorunu olarak gündeme yerleşmesi,Türkiye’de ki Kürt halkının haklı talepleri ve Mesut Barzani Başkanlığında kurulan Kürt Devleti’nin (Federal Kürdistan BÖlgesi) Türkiye çıkarları açısından ortaya çıkardığı hoşnutsuzluğu ve olası riskleri gidermek için, yaşamın karşısına ölümü çıkarmak üzere, yılların kana susamışlığını sokaklara dökmek amacıyla “Milli katiller” yine iş başında..
Ülkesini seven sağ duyu sahibi bütün demokrat insanların, son 30 yılın kirli savaşının yaralarını sarmak için bunca çaba gösterdikleri bir dönemde, Türkiye’yi, etnik bir ayrımcılık yaparak, olası bir savaşa sürükleme çabası içindeki bu zincirlerinden boşanmış kudurganlık hasreti acaba neyin nesi ?
Kürt Devleti’nin petrol zengini Kerkük’ün statüsünün tespiti için bu yıl yapmayı düşündüğü referandum nedeniyle paniğe kapılan Türk hükümeti, Kerkük üzerinde çeşitli haklar iddia ediyor. Ne var ki, Türkiye İngilizler ile imzaladığı ve Kerkük’ün de bir parçası olduğu Musul vilayeti üzerindeki Irak hükümranlığını tanıdığı anlaşma tarafından bağlanmıştı. İşte bu yüzden, Türk hükümeti Kerkük üzerinde denetim kurabilmek için Türkmen kartını kullanıyor. Son zamanlarda, Araplar Kerkük’ün kendilerine ait, Türkmenler ise kendilerine ait olduğunu iddia ediyor. Yapılacak referandum’da hiç şüphe yok ki Kerkük Kürdistan sınırları içinde yer alacak.
Kürt Devleti Başkanı Mesut Barzani bu konuda, '' Bizim stratejimiz 140. maddenin uygulanmasıdır. Biz Kerkük'ün bütün grupların, dinleri ve etnik unsurların beraber yaşayabileceği örnek bir yer olmasını istiyoruz'' diyor.
Kürt halkı, Kerkük ’ten vazgeçmeyeceklerini vurguluyor ve “Kerkük barışçıl yollarla bizim olmazsa, 100 yıl savaşırız” diyerek kararlılıklarını net biçimde ortaya koyuyorlar.
Bugünse, kalkıp yeni bir harita uydurulmuş gibi bir panik ortamı yaratmak, buradan da Türkiye'nin tehdit edildiği, parçalanmaya çalışıldığı sonucunu çıkartmak devletin ya da açıklamayı yapanların bilemediğimiz başka hesaplara dayandıklarını gösteriyor.
Bu durumda akla şu soru geliyor: Türkiye yönetiminde bulunan birileri niyetlerini açıklamadan, çevre ülkelerde huzur istemiyor mu ? Komşularında ne kadar huzursuzluk ve karmaşa varsa, Türkiye’nin de o denli huzurunun olamayacağı apaçık ortada.
Acaba, Güneydeki Kürtlerinin huzuru, rahatı ve özgürlükleri kurumlaştıkça Türkiye bunun, kendi Kürtleri için de örnek olabileceğini düşünüp engellemeye mi çalışıyor?
Kerkük’te yaşayan Türkmenler, Kürtlerle hiçbir sorunları olmadığını ve dostça huzur içinde yaşadıklarını anlatıyorlar. Tek şikayetleri, Türkiye’nin Irak Türkmen Cephesi ile birlikte çeşitli provokasyonlar yaparak aralarını bozmaya çalışması. Türkiye’den tek istekleri, kendilerini rahat bırakmaları ve Kürtlerle aralarını bozmaya çalışmamaları. Çünkü, yıllardır barış, huzur ve özgürlüklerini özleyen bu iki halk artık kardeş ve dost olarak yaşama alışmışlar, bundan da vazgeçecek gibi gözükmüyorlar.
Türkmenler ilk kez, Kürdistan’ da oluşan özerk yönetim sayesinde haklarına kavuşmuşlar. Türkiye tarafından Türkiye’deki Kürt halkına tanınmayan haklar Sayın Barzani tarafından Türkmenlere tanınmış. Bugün Güney’deki Türkmenlerin okulları, televizyonları, siyasi partileri, dernekleri var. İlk kez kimlikleriyle seçimlere katılıyor, yerel meclislerde ve merkezi parlamentoda temsil ediliyorlar.
Türkmenler de bunun farkında. Onların çıkarlarıyla Türkiye’nin militarist, ırkçı, yayılmacı, Kürt düşmanı rejiminin çıkarları ve hesapları hiç de çakışmıyor. Türkmenlerin çoğu Kürtlerle dostlar ve onlarla savaşmak için de bir neden görmüyorlar.
Irak hükümetleri Kerkük bölgesini Araplaştırmak için onlarca yıldır bir etnik temizlik politikası sürdürmüşler. Bu hükümetler Kerkük’teki etnik nüfusu, özellikle de etnik temizlikten önce nüfusun çoğunluğunu oluşturan Kürtlerin nüfusunu azaltmaya çalışmışlar.
Son zamanlarda çeşitli Türkmen örgüt ve şahsiyetleri, Kerkük’ün Türkmenlerin “başkenti” olduğu türünden söylemlerde bulunuyorlar. Araplar Kerkük’ün kendilerine ait, Türkmenler ise kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar. Peki Kerkük sorunu söz konusu olduğunda Kürtler hangi noktada duruyorlar?
Irak devleti, Baas döneminde, Kerkük ve Musul bölgesine Arapları yerleştirerek petrol zengini Kerkük bölgesini Araplaştırmaya başladı. O günden bu yana, Kürtlerin ve diğer etnik grupların Kerkük bölgesinde toprak ya da ev satın alması engellendi. Son on yıl içinde ise, Saddam Hüseyin rejimi, hükümet Kerkük’ün bir Kürt şehri olmadığını rahatça iddia edebilsin diye, Kürtleri zorla Kerkük’ten göçerterek Kürt nüfusunu azalttı.
Ne var ki, tarihsel kanıtlar Kerkük’ün neredeyse tümüyle bir Kürt bölgesi olduğunu gösteriyor. O dönemdeki Irak hükümetinin Kürtleri Kerkük’ten temizlemeye çalışması olgusu da zaten Kürtlerin çoğunlukta olduğunun en önemli kanıtı. Eğer Kerkük nüfusunun önemli bir kısmını Türkmenler ve Araplar teşkil etseydi, Saddam rejiminin bölgede yaşayan Kürtlerin sayısını azaltmak için böylesine şiddetli yöntemlere başvurması gerekmeyecekti.
Mesut Barzani Kerkük konusundaki kararlılığını şu cümlelerle ortaya koyuyor : “Bu konuda sadece ölüm yolumu kesebilir. Bunun dışında dünyada hiçbir güç veya devlet benim Kerkük’ten vazgeçmemi sağlayamaz. Bu kesindir ve Kerkük’ten vazgeçmemiz mümkün değil. Ayrıca bu seçimler de, Kerkük kimliğinin ne olduğunu gösterdi. Kerkük’ün Kürt ve Kürdistani bir kent olduğunu söylediğimizde, bize kuşkuyla bakanlar, şimdi çok açık bir şekilde bir gerçeği ve Kerkük kimliğinin ne olduğunu gördüler”.
Türkiye yıllardır ne Irak ne de Kürdistan otonom bölgesi konusunda politika üretebilmiş değil. Kerkük’le ilgili referandum paranoyası ise Türkiye’yi tehlikeli mecralara çekebilir.
Bugün bazı kesimler ve bazı siyasi partiler, Türkmen varlığı üzerinden pompalanan bir sınır ötesi operasyondan söz ediyorlar. Bu durum Türkiye açısından çok tehlikeli ve yanlış bir strateji. Cumhuriyet Halk Partisi ya da diğer şahin kanat ne derse desin, Türkiye’nin Irak’a girebileceğini veya Kerkük’te bu yıl içerisinde yapılacak referandumu şu ya da bu şekilde etkileyeceğini düşünmek mümkün değil. Bu tür hatalı stratejilerle varılmak istenen sonuç ise ülkedeki genel batı düşmanlığını körüklemeyi amaçlıyor. Yoksa Türkiye’nin Irak’a girmesi söz konusu dahi edilemez.
Kerkük’teki Türkmenlerin demografik yapısı konusundaki rakamların gerçeği yansıtmıyor. Kerkük’teki Türkmen nüfusu toplam Irak nüfusunun yüzde 2 veya 3’ünü oluşturuyor. Bu da 200-300 bin en fazla 400 bin kişi eder. Bunların arasında Şiiler ve Caferilerde var. Kaldı ki Türkmen nüfusun büyük bir bölümü halen Türkiye’de yaşıyor.
Ayrıca Kerkük’teki Türkmenlerin kendi aralarında da, Türkiye ile olan ilişkileri anlamında, çok farklı yaklaşım ve görüşler ortaya çıkmış durumda. Yani tam anlamıyla homojen, Türkiye ile göbek bağı içerisinde olan bir Türkmen gruptan söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla bugün pompalanarak gündeme hızla oturan ve kimi AK Parti milletvekillerinin ‘Sırtımızdaki hançer’ gibi ifadelerle dile getirdiği bu konu, aslında çok yapay bir konudur. Yani Türkiye’nin Irak politikasını çözebilecek ağırlıkta bir konu değildir.
Bu nedenle, Türkiye’nin genelinde Irak politikası, ve özelinde Kürdistan yönetimi ile ilgili politikası, Kerkük ve Türkmen meselesi üzerinden şekillenemez. Eğer böyle bir yaklaşım sergilenirse, Türkiye için son derece tehlikeli bir yaklaşım olur.
Meselenin özüne inersek, Türkiye bu meseleye daha hala orada kurulacak olan bir “Kürdistan” tehlikesi olarak bakıyor. Böyle bakıldığında belirlenen strateji korkuyla üretilen bir politika haline geliyor. Halbuki bugün Türk işadamları Kuzey Irak’ta iş yapıyorlar, alt yapı ihaleleri alıyorlar, petrol arıyorlar ve çıkarıyorlar, toplam iş hacimleri 1 milyar dolar civarında. Askeri kurum olan OYAK bile Kürt Devleti ile ticaret yapıyor. Erbil ile İstanbul arasında uçak seferi var. Yani burada bir tarafta yaşamın gerçekleri, ekonomi dünyasının yaklaşımı var; diğer taraftan ise Türk Devleti 19. Yüzyıldan kalma siyasi bakış açısını hala sürdürüyor.
Halbuki Türkiye, Kürt Devleti ile iyi komşuluk ve dostluk ilişkileri kursa, Sayın Barzani ve Sayın Talabani ile diyalog kurup, beraber masaya otursa Bölgede çok farklı bir konuma gelebilir. Bölgede söz sahibi olmanın yolu yapıcı politikalardan geçiyor. Yoksa bugünkü gibi hatalı ve tehlikeli stratejiler üreterek değil.
Olası bir sınır ötesi operasyon söz konusu olursa Türkiye’de ortak aklın bunu engellemesi gerekiyor. Çünkü, Türkiye artık bu tür maceralara paye ve prim verecek bir ülke değil. Böyle bir operasyon Türkiye’ye, ekonomik ve siyasi yönden çok zarar verir.
Bugüne kadar PKK’ya karşı düzenlenen en büyük harekât olan Çelik-1 Harekatı’nın yöneten ve başarısız olan emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: “Türk Ordusu Irak’a girerse karşısında sadece PKK’yı değil, 7 milyon Kürdü bulacak. Kerkük’e girmek çılgınlıktan başka bir şey değildir” diyor.
Mesut Barzani ise, bölgedeki bütün ülkelerin Irak'ın içişlerine karıştığını ve Irak'ın güçlü ülkeler arasında anlaşmazlık alanına dönüştüğünü ve bu ülkelerin Irak'ta karışıklığa neden olduğunu söylüyor. Olası bir sınır ötesi operasyon ile ilgili kararlılığını ise şu cümlelerle açıklıyor : “ Biz Türkiye ile dost olmak istiyoruz. Fakat bu ülkenin bize saldırmaya yeltenmesi durumunda onlara cevap vereceğiz”.
Kürt Devleti yetkilileri ise : "Biz Türkiye'yle karşılıklı saygıya dayalı bir ilişki istiyoruz. . Ama biz Türkiye'nin başka bir gruba karşı mücadele yürütecek askerleri de değiliz.
Eğer Türkiye'nin bizim sınırlarımıza gelip düşmanlarıyla savaşması isteniyorsa biz buna karşıyız. Bunu ne Irak ne de Kürdistan kabul edebilir.
Biz Iraklıyız. Eğer Türkiye sınırı geçmeye kalkarsa, Irak'ın tamamı kendilerine karşı olacaktır" cümleleriyle Irak Devletinin Türkiye’nin olası sınır ötesi operasyonuna yönelik stratejisini ortaya koyuyorlar.
Kerkük, Irak toprakları içinde bir yerleşim alanı ve Türkiye’nin de Kerkük’le ilgili planlar yapması ve olası bir sınır ötesi operasyon hatasına sürüklenmesi başka bir devletin iç işlerine müdahale ve saldırı anlamına geliyor ki, bu durumda, saldırılan devlet kendi sınırlarını korumak için, tüm Irak halkları olarak mücadele edecek.
Hiçbir kesimin veya siyasi partinin Türkiye’yi bir savaşa sürüklemeye, Ortadoğu batağına çekmeye hakkı yok. Eğer bu kaos ortamı yaratılırsa ve Türkiye başka bir devlete savaş açarsa, bu durumun sorumluları gelecekte Türkiye halklarına hesap vermek durumunda kalacaklardır.
Tanınmış bir devlete karşı girişilecek harekatın işgal olarak tanımlanmasında, işgalci konumuna düşecek Türkiye’nin başta ABD’yle ve AB ile ilişkileri olmak üzere, iç ve dış ilişkilerine büyük zarar verecek ve Türkiye’yi siyasi ve ekonomik bir kaos ortamına sürükleyecektir.
Ama, Türkiye için, olası bir yol haritası daha söz konusu : Bu bölgede kurulacak bağımsız bir Kürt Devleti ile birlikte dostça yaşama yolunu seçmek..
Bugün, ülkenin geri kalanı için özgürlük modeli oluşturan bir liberal demokrasi kurmak üzere, aralarında uzun yıllardır sürdürdükleri anlaşmazlıkları bir kenara bırakarak birleşen Sayın Barzani ve Sayın Talabani’yle, yine AB süreci eşiğinde, demokratik bir hukuk devleti olma mücadelesi veren ve bölgeye örnek teşkil edecek bir Türkiye’nin dostluk kurmasından daha doğal bir şey olamaz.
Asırlarca aynı topraklar üzerinde dost ve kardeşçe yaşamış, birbirleriyle akrabalık ilişkileri kurmuş, yeri geldiğinde düşmanlarına karşı birbirlerine destek olarak stratejilerini birlikte belirlemiş Türk ve Kürt halklarının, yeni dünya düzeninin değişimi ve biçimlenmesiyle, birbirleriyle barışçıl ilişkiler kurmaları kendi çıkarları açısından bir zorunluluktur.
Öyle gözüküyor ki, bölgede bir "etnik arındırma faciası" yaşanmazsa Kürtler ve Türkmenler bütün bir geleceklerini birlikte paylaşmak durumundalar. Bunlar arasına nifak sokmak, en azından, geleceklerini paylaşan insanların huzurunu bozmaktan ve barışı engellemekten öte bir anlam taşımayacaktır.
(Nil Demirkazık, AB Platformu Girişimi Platformu Başkan Yardımcısı)

